Bu köşede, yaklaşık 4,5 yıldır yazıyorum. İkiyüzelliye yakın yazıdan neredeyse hiç birinde, bu coğrafyanın emekçilerine, emek dünyasına ilişkin iç açıcı, güzellikler içeren bir yazı yazmak mümkün olmadı. AKP, her geçen gün emekçiler üzerindeki baskısını arttırdı ve arttırmaya da devam ediyor. Bu yazıyı kaleme alırken Eskişehir’de Eğitim-Sen’in polis tarafından basıldığını ve aramaların devam ettiğini öğreniyorum. Başkan Ali Paşa’nın evinde, yine her zaman ki gibi sabahın köründe, arama yapılmış, bazı kişisel dökümanlarına el konulmuş.

İşçilerin dövüldüğü, gözaltına alındığı, grevlerin yasaklandığı, direnenlerin işten atıldığı, kıdem tazminatlarının budanmak istendiği, keyfe göre sembolik zamların kamu emekçisine reva görüldüğü, kimi sendikacıların göz göre göre emekçiyi sattığı bir dönemden geçiyoruz.

Hal böyle iken, bir de emperyalizmin taşeronluğuna soyunan AKP’nin, ülkeyi savaş ortamına sokma girişimleri gündemde. Bırakın çatışmayı, bir çatışma ihtimali bile emekçiler için mevcut baskıların katmerlenmesi ve hakların hızla budanmasına vesile olacağı aşikardır.

Böyle zamanlarda var olan demokrasi kırıntılarının da örtünün altına süprüldüğünü bilmeyen yoktur herhalde.

Suriye’de bir yılı aşkın bir zamandır masum siviller, baskıcı Baas İktidarı ile emperyalizmin beslediği muhalefet unsurları arasında sıkışmış olup her gün beşer, onar öldürülmekteler. Mevcut durum öyle gösteriyor ki bu süreç daha yıllarca sürebilir. Bunun nedeni Suriye’nin bölgesel ve küresel güçler için “kilit taşı” olma konumudur. Suriye, bölgesel ve küresel güçler açısından ne Mısır’a, ne Tunus’a ne de Libya’ya benzemektedir. Zaman ve mekan olarak öyle bir konumdadır ki ne onunla ne de onsuz olunabilmektedir. Komşularından daha özel değil, sıradan bir taş, ama, öyle bir yerde bulunuyor ki çöktüğü halde bütün komşularını hatta bütün bir yapıyı beraberinde çökertecek bir “kilit taşı”.

ABD açısından, Z.Brzezinski’nin, Stratejik Vizyon adlı kitabında sözünü ettiği “ Dünyanın açık arayla en önemli kıtası olan Avrasya’da”, daha doğrusu, Obama’nın öne çıkarttığı Asya-Pasifik’te, gözü arkada kalmadan, daha geniş konuşlanabilmesi için Ortadoğu’da suların durulması gerekmektedir. Suların durulması için de İran faktörünün izole edilmesi, kendi içine çökertilmesi gerekmektedir. İran’ın bertaraf edilmesi için de Suriye’nin ‘demokratikleştirilmesi’ gerekmektedir.

İran ve Maliki için de, kolektif emperyalizmin dümen suyuna girmemiş bir Suriye’nin varlığı olmazsa olmazdır. Öte yandan Libya’da bir çeşit tuzağa düşürüldüğüne, aldatıldığına inanan Rusya için, bölgede son ayağı Suriye’nin kaybı ve olası domino etkisi son derece kaygı vericidir.

Geline noktada, en son uçak düşürülmesi olayı, BM’e yeni müdahale taleplerinin getirilmesini gündeme getireceği kaçınılmazdır. Büyük bir ihtimalle, Müslüman Kardeşler lideri Riyal El Şakfa’nın “Türkiye ve Arap ülkelerinin katılımıyla bir barış gücü oluşturulmalıdır. Bu güç, Suriye’nin Türkiye ve Ürdün sınrlarında kurulacak tampon bölgenin güvenliğini sağlamalıdır. Tampon bölge Suriyeli sivillere, Suriyeli askeri ve siyasi muhaliflere ev sahipliği yapmalıdır. Özgür Suriye Ordusu’na ağır silahlar verilirse dış müdahaleye gerek kalmadan Esad rejimi devrilecektir.” sözlerinde ifadesini bulan bir karar BM’den çıkacaktır. Zaten Şakfa’nın ikinci cümledeki talebi bir süredir karşılanmaktaydı, şimdi sıra ,ikinci hamleye gelmiştir: Tampon Bölge. Hedef ülkenin sözkonusu sahada uçuşunun yasaklanması, karşı güçler içinse aynı bölgenin uçuşa açılması daha önceki Irak ve Libya örneklerinde olduğu gibi uygulamaya konacağa benzemekte.

Burada önemli olan Rusya’nın tutumu olacaktır ki böyle bir adım için Rusya, birkaç taviz karşılığında ikna edilebilir. Örneğin, füze kalkanı, DTÖ üyeliği, Trans Anadolu Boru Hattı’nın inşasından vazgeçilmesi gibi konularda. Rusya, Suriye’deki konumunu değiştirmeyecek ve İran’ı etkilemeyecek Esad’sız bir çözüme zaten bu günden razıdır.

Rus Global Affairs Dergisi editörü Fyodor Lukyanov konuya ilişkin makalesinde “Suriye krizi, ahlakla jeopolitika, prensiplarle jeostrateji arasında ikilem yaratmaktadır. Suriye, bütün ülkeler için turnusol kağıdı olup tarih, sınavı başarıyla geçenlerle geçmeyenleri unutmayacaktır.” demektedir. Şüphesiz, tarihi kimin yazdığı önemlidir. Ancak kim yazarsa yazsın, yazmaktan öte yazılanın nasıl okunacağı önem kazanmaktadır. Bir ülkenin iç işlerine pervasız bir müdahale söz konusu olup, halkların kaderlerini tayin hakkı hiçe sayılmakta ve binlerce masum insan her geçen gün bölgesel ve küresel güçlerin gelecek hesapları içinde yok olup gitmektedir. Ne yazık ki dünya bunu emperyalist koalisyonun ve taşeronlarının dezenformasyonu sonucu, bir tarih, bir ahlak sınavı değil, diplomatik ustalık sınavı olarak algılayacaktır.

 

Not : Bu konu ile ilgili daha geniş bir yazı muhalefet.org sitesi için hazırlanmaktadır.