Bilirsiniz 'balyoz' denen alet genellikle yıkım işlerinde kullanılır. Nadiren kurtarma operasyonlarında da kullanıldığı olmuştur. Örnek; Başbakan Erdoğan'ın makam aracında kilitli kaldığında, kurtarılması operasyonu...

AKP hükümetini yıkma amacıyla planlandığı söylenen 'Balyoz' kod adlı darbe, girişim aşamasında kaldı ve girişimcileri yargılanarak eksik teşebbüsten geçtiğimiz hafta yirmi yıla varan çeşitli cezalara çarptırıldılar. Tepkiler de çeşitli idi. Kimi sonucu haksız bulurken, kimi ülkede adaletin olmadığından dem vurdu. Kimine göre, sola vuruken, gericiliği es geçen askerler, kurşunu ayağına değil kafasına sıkmıştı. Kimilerine göre ise, darbe gerçekleştirenlerin davası sündürülürken, eksik teşebbüse bu cezaların verilmesi hukuki değil siyasi idi. Kimi içinse, darbeler dönemi bitmiş, özgürlük ve demokrasi dönemi tesis edilmekteydi. Bu son cümledeki düşünce, yurt dışından da destek bulmakta olup, Balyoz darbe planı davasında açıklanan kararlar konusunda henüz resmi bir yorum yapmayan, ABD'de yönetim çevrelerinin sonuçtan "memnun" olduğu ileri sürülüyordu. Hatta öyle ki gelinen 'memnuniyet verici ortam' yeterli bulunmuyor ve "Obama Yönetimi, Türkiye'de sorunların ilacının daha fazla demokrasi olduğunu düşünüyor" şeklinde açıklamalar geliyordu. Oysa aynı ABD, 12 Eylül'de memnuniyetini çok açık bir biçimde belirtmemiş miydi.

Aslında sorunun kendisi darbe değil, darbenin hedef, zaman ve mekan açısından icazet alıp almaması idi. Yani kabul gören ve görmeyen darbeler söz konusu idi. Kabul gören darbeler sonuçları itibariyle ömürlerini otuz yıl, kırk yıl hatta daha fazla sürdürebilmekteydi. Örnek; 12 Eylül..
12 Eylül uygulamaları bu gün yaşamın her alanında kendisini göstermekte. Çalışma yaşamında dönemin yasaları hâlâ geçerli. Dönemin uygulaması, teşeronlaştırma uygulamalarının girmediği, nüfus etmediği yer kalmadı gibi bir şey.

En son yaşanan iki olay net bir örnek olarak önümüzde durmakta. 12 Mayıs 2010 tarihinde Zonguldak'ta bir madende, grizu patlaması sonucu ölen 2 mühendis ve 28 işçi, görülen dava sonucunda suçlu bulunurlarken, devletin yetkili, sorumlu kişileri ile taşeron Firma sahipleri ise suçsuz bulundular...

Zonguldak 2. Ağır Ceza Mahkeme'si ilk bilirkişi raporunu by-pass ederek, Ankara 10.Ağır Ceza ile paslaşmış, yeni bilirkişi heyeti tespit edilmiş ve sonuçta yeni heyet eski raporun tersine işverenleri aklarken işgörenleri suçlu bulmuştur. İkinci heyetin çok ilginç bir saptaması raporlarına gerekçe oluşturuyor; “Kaçınılmazlık Faktörü”.. Sözün özü olay kaçınılmazdı denmekte. Sizce bu saptama, İslam dünyasında sıkça kullanılan bir sözü;

“Kaderden kaçılmaz”sözünü çağrıştırmıyor mu?

Bu günlerde benzer olaylar sık sık tekrarlanıyor. Anımsayın, Erzurum'da baraj göletinde arızaya gönderilip, öldürülen işçiler de % 50 oranında suçlu bulundular.

Kıdem tazminatlarına göz dikilen, sendikal hakları birer birer ellerinden alınan, grev hakları ertelenen -buna karşı çıkınca da işinden olan- işçiler, emperyalist-kapitalist zalimlerin nezdinde hep suçlular. Ölüleri bile..

Şüphesiz bu yalnız Türkiye'ye özgü bir şey değil. Geçtiğimiz günlerde, Güney Afrika'da İngiliz Platin devi Lonmin'in Marakana madenlerindeki üç bin işçi ücretlerine zam ve sendikal haklar isteyince askerlerce kurşunlandılar ve 34'ü kurşunlarla olmak üzere 44 işçi öldürüldü.

Sonra ne mi oldu? Savcılar madencileri ırk ayrımcılığı dönemine ait ''ortak amaç'' doktrinine dayanarak suçladılar. Yani G.Afrika'nın 12 Eylül'ü hâlâ sürmekte. Görünürde ırkçılık kalktı,demokrasi geldi, Mandela ödüller aldı, dünya vicdanını temizledi. Lakin, söz konusu emeğin hakları olunca, çalışana demokrasi değil Apartheid yasaları.

İşte ABD'nin, İngiliz emperyalizminin ve G.Afrika, Türkiye vd. İşbirlikçilerinin sözünü ettikleri sorunların ilacı; “demokrasi” ..

İster hap edip yutun, ister şerbet niyetine şurup edip için, afiyetle(!)....