Jacgues Ranciére , Dis-Agreement . Politics and Philosophy (Anlaşmazlık: Politika ve Felsefe) başlıklı eserinde

Jacgues Ranciére , Dis-Agreement . Politics and Philosophy (Anlaşmazlık: Politika ve Felsefe) başlıklı eserinde demokrasinin çatışmalar rejimi olduğu savını işlerken demos ve ethnos ayrımını kalkış noktası olarak alır.

Ethnos aynı kökten gelen, aynı toprak üzerinde yaşayan, ortak değerler yaratan ve bu değerleri paylaşan insan topluluğunu ifade eder. Demos (halk), bu topluluğunun tamamlayıcısıdır. Ne ki, ethnos'u oluşturanlar hiç de öyle düşünmezler. Demos'u bir fazlalık, bir aşırılık olarak algılar, onun taleplerini duymazlıktan gelir¬ler. Demos, toplumun temsil edilmeyen kesimi olarak kalır. Politik özne olmak, deneyim alanında görünür olmak isteyen demos’un eşitlik talepleri kaçınılmaz olarak karışıklık yaratır. Eşitli¬ği reddeden bir hukuk düzenini ihlal eder. Ranciére’in deyişiyle, demos ‘püskürür’.

Eşitlik talebinde bulunanlar yasaları ihlal ederek kendilerini dışta bırakan ontolojik çerçevenin darlığını, sınırlılığını açığa çıkarırlar. Ancak böylesi bir ihlal gerçekleştiğinde demokrasinin varlığından söz edebilmek mümkün olur. Bir diğer anlatımla, demokrasinin belirleyici niteliklerinden biri haklarından yoksun bırakılmışların yasaları çiğneyerek kendilerine kapatılmış alana girebilmeleridir.

Demos’un eşitlik talebi eşitsizliği meşrulaştıran yasalarla, eşitsizliği rasyonalize eden normlarla çeliştiği için akla aykırı sayılır.Onun sesi gürültü olarak duyulur, ahengi ve düzeni bozar.işte bu nedenle, taleplerini çoğu kez mizansenlerle ileri sürer, mizansenlerle politika yapar.

Ranciére’e göre politika görmezlikten gelinenin kendini görünür kılma, sesini duyurma, taleplerini dinletme çabasıdır. Aynı za¬manda, eşitlik talepleri şiirsellik içinde ortaya konulduğu için ‘estetik bir etkinlik’tir. Bir diğer anlatımla, eşitlik talebinde bulunan demos'un dili şairlerin diline yakındır. (Platon’un şairleri Cumhuriyet'ten sürgün etmesinin bir nedeni de budur. Onlar eşitlik arzusunu kışkırtırlar).

Görülüyor ki, Ranciére’in dilinde politika yönetim pratikle¬rinden ve kurumlarla kurulan ilişkilerden hayli farklı bir etkinliği ifade ediyor. Onun politika ve polis arasında yaptığı ayırım bu farklı etkinliğin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir.
Polis, yasalarla düzenleme yapılması, yasaların uygulanması, toplumun yürürlükteki  yasalarla yönetilmesi anlamına geliyor. Politika ise tam aksine, yasalarla kurulan düzenin eşitlik talepleriyle bozulmasını ifade ediyor. Bir diğer anlatımla politika, var olan yasalarla çelişen talepler dile getirildiğinde, yasalarca yasaklananın bir hak olarak talep edildiğin¬de başlıyor.


Eşitlik politikalarının dili şiirseldir. 1968 Mayıs’ında sokaklarda yankılanan sözleri anımsayalım: "Gerçekçi ol imkansızı iste" , "Yasaklamak yasak¬tır", "Hepimiz sakıncalıyız" ... Bu sözler birer slogandan çok daha fazlasıydı. Eşitlik taleplerinin estetiğin, şiirselliğin içinde dile geti¬rilişiydi burada söz konusu olan.

Jean-Jacques Lebel’in ifadesiyle Paris bütün sokaklarıyla , " dev bir sanat atölyesine"  dönüşmüştü.

Politika aynı zamanda, öteki ile “imkânsız özdeşleşme”yi kapsar. Bir diğer anlatımla politika, kurulu düzenden uzaklaşma ve dü¬zence dışlanmışa yaklaşmadır. Fransa'da bir kuşağın 1961 yılında Paris’de sömürgeciliği protesto gösterisi sırasında polisin Seine Nehri’ne dökerek boğulmalarına neden olduğu Cezayirlilere duyduğu yakınlık, İkinci Dünya Savaşı sırasında birçok Danimarkalı'nın göğüslerine sarı yıldız takmaları, ırkçılık karşıtlarının batının duvarlarında çatlaklar açmaya çalışan "yeni barbarlar”la dayanışması "imkânsız özdeşleşme" örnekleri olarak anılabilir ve bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Ancak dikkat edilmesi gereken şu:"imkânsız özdeşleşme" , ötekini temsil etme, öteki adına söz alma değildir. Kendini onun yerine koymadır.

Mizansenler, metafor ve hiyerogliflerle yapılan politika "imkansız özdeşleşme”yi sağlayabilir. İşsizliği protesto eden binlerce kişinin Paris’de göstericilerin işsiz kaldığı için bir süre önce açlık grevine başlamış bir işçinin fotoğraflarını, Filistinlilerle dayanışma gösterisi yapanların Filistinli çocukları korumak için İsrail tankları altında ölen Rachel Corrie’nin fotoğraflarını taşımaları, Hrant Dink’in cenazesine katılan binlerce kişinin Hrant Dink maskesi takarak onun yüzüyle yürümeleri , yine Hrant Dink’in dostlarının mahkeme önünde onun yüzüyle adalet talebinde bulunmaları "imkansız özdeşleşme" kurabi¬len metaforlardır.

Ranciére’in tezleri 1990'larm ortalarından itibaren sendika bürokratlarına rağmen yükselen grev dalgaları, sosyal hakların gaspına karşı yayılan direniş, " kağıtsızlar”ın ve neoliberal politikaların diğer mağdurlarının hak talepleri dikkate alındığında özellikle önemli. Günümüzde yoksulların, haklarından yoksun bırakılanların, şehirlerdeki işsizlerin ve evsizlerin , kırlardaki topraksızların oluşturdukları top¬lumsal hareketler ve bunların yürüttüğü mücadele Ranciére’in demos ve politika nosyonlarıyla örtüşüyor. 1980'lerde politik özne ricat etmiş, kitlesel direnişler durmuştu. Bugün canlanan, yükselen söz konusu yeni toplumsal hareketler poli¬tikaya dönüşü müjdeliyorlar. NeoLiberal politikaların saldırgan savunucuları, yeni sağın kalemşorları ise seslerini yükselten bu insanların hak etmedikleri ücretler aldıklarını, sosyal adaletsizlikten yakınmaya hakları olmadığını, bazı arkaik ayrıcalıklarını korumaya çalıştıklarını ileri sürüyor, bu insanları toplumun artıkları olarak görüyorlar.

Ranciére’in demos'un yasa ihlal eden eşitlik taleplerini " püskürme" sözcüğüyle karşıladığını belirtmiştim. Yaklaşık son on yıldır Arjantin ve Bolivya’dan Asya’ya, kitleler neoliberal küreselleşmeye karşı püskürüyorlar. Dayanışma içinde önce gündelik hayatı, ardından tüm iktisadi ve toplumsal düzeni dönüştürmeye çalışıyorlar.