Nezahet Nurettin Ege, "Amerikan Ziraat Teknikleri" kitabının önsözünde, hemcinsi "ağaç dostu" bir kadından bahseder. Ama bu kadın Amerikalı değil, adı Fevziye Çamsever!

Yunanistan'dan can havliyle kaçıp, İzmir'e yerleşen Selanikli bir ailenin kızı Nezahet Nurettin Ege. İlk öğrenimini Selanik Fevziye Mektebi'nde görmüş. Ancak Selanik kaybedilince İzmir'e sığınmışlar. Bir süre sonra İzmir Yunan ordusu tarafından işgal edilince bu defa İstanbul'a gelmişler.

Bu hanım, "ekonomik ve kültürel kalkınmanın köyden başlayacağını" Ecevit'ten 50, Hasan Âli Yücel'den 25 yıl önce söylemiş; bu inanıcı doğrultusunda kitaplar yazmış, araştırmalar yapmış, pratik eğitimi için kolejler (Güneş) açmış, gazetelere (Ulus) yazılar yazmış. Yine bu uğurda, Amerika kırsalında yaptığı gözlemleri sonradan kitap haline getirip bastırmış. Fevziye Mektepleri'ne (Işık Liseleri, Işık Üniversitesi) ciddi katkıları olan, Prens Sabahaddin'nin öğretilerine inanan bu enteresan hanımı ve ailesini bir başka yazıda sizlere tanıtmak isterim.

TABİATLA DOST
Nezahet Nurettin Ege, "Amerikan Ziraat Teknikleri" kitabının önsözünde, hemcinsi "ağaç dostu" bir kadından bahseder. Ama bu kadın Amerikalı değil, adı Fevziye Çamsever! Soyadından da anlaşıldığı gibi Fevziye Hanım gerçekten de tam bir "çam sever". Ne yazık ki onun hakkında da sizlere ayrıntılı bilgi sunamıyorum. Belki birileri merak eder de bu aziz insanı gün yüzüne çıkarır, o yüzden en azından ansiklopedilerde yaşar umuduyla bu satırları yazıyorum. Nezahet Hanım kitabında yücelere koyduğu Fevziye Çamsever'i şöyle tanıtıyor:

"Erenköy Sanatoryumunun (şimdi Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi) yanı başında baştan başa çam ağaçlarıyla kaplı sevimli küçük bir çam ormanı vardır. Burası, memleketimizde insan eliyle oluşturulmuş birkaç özel ormandan biridir. Bu ormanı diğerlerinden farklı kılan bir başka özelliği de, ilk ağaçtan sonuncusuna kadar hepsinin bir kadın eliyle yetiştirilmiş olmasıdır.

Eski, güçlü ve kibar bir aileye mensup olan Fevziye Çamsever, henüz minimini bir yavruyken âdet olduğu üzere edebiyat ve musikiye yönlendirildi. Ama o kendini daha çok "ilmi ve ameli" cephede gösterdi. Bahçede bahçıvanlarla, ahırda uşaklarla ahbaplık ederek, hayvan beslemek, çiçek yetiştirmek, tohum toplamak gibi uğraşlar içinde kendine has bir âlem yaratmıştı.

Akranlarının henüz bebek oynadıklar çağlarda o, ailesinin köşk bahçesinde kendisi için ayırdığı on beş yirmi metre karelik bir sahada, düzenli ve sistemli olarak tabiat-nebatat araştırmaları yapmakla meşgul oluyordu. Bazen bir avuç süpürge tohumu, bazen bir kutu pirinç eker, elde ettiği ürünü gösterge olarak değerlendirip, kazanımını bir sonraki tecrübede yeni bir ürüne dönüştürürdü.

Çok defa yatak odasında, tabaklar içinde filizlendirilen çeşitli tohumlar bulunurdu. Bunların her birini özenle saklar, evdeki kölelerin (dadıların, kalfaların, hizmetçilerin) bu tabiat hazinelerine yan gözle bakmasına bile tahammül edemezdi.

Henüz genç kızlık çağına girdiği zamanlarda, elbiseymiş, tuvalet, lüks hayat, sinemay-mış, tiyatro, hissi romanlar gibi "iptilalardan" hiç birine iltifat etmeyen bu alışılmadık şahsiyet, küçük bir araştırmacıdan büyük bir "emek kadını" ortaya çıkarmıştı.

TAM BİR "ÇAM SEVER"
Önceleri fenni sütçülük yapabilmek emelin-deydi. Bunun için cep harçlığından biriktirdiği ufak bir sermaye ile evlerine yakın altmış, yetmiş dönümlük bir arazi alıp, burasını inekleri için otlak haline getirdi. Onca titizlenmesine karşın hayvanlarla ve dolayısıyla insanlarla uğraşmak ona göre değildi. Hayvanlar hastalanıyor, insanlarsa kötülük yapıyordu.

O bu tecrübeden mağlup olarak fakat çok değerli bir kazanımla vazgeçti. Kazancı "toprağın imal edilebilen bir enerji kaynağı" olduğunu öğrenmek olmuştu! (Evet, siz de toprak yapabilirsiniz.) Burada zengin otlarla beslediği inekler semirmiş, mis gibi süt vermeye başlamıştı, dışkılarıyla da toprağı zenginleştiri-yorlardı. Arsayı aldığında çoraktı, üzerinde karınca bile yaşamıyordu. Halbuki şimdi topraktan, bastonu dikseniz yeşertecek bir enerji fış-kırıyordu.

Ahırı dağıttı, insanları başından savdı. Doğup büyüdüğü Erenköy'de asırlarca payidar kalacak, gelecek nesillerin hatırasında saygı, sevgi ve övünçle yaşayacak bir orman, fıstık çamı ormanı yetiştirmek üzere kolları sıvadı. 1921 yılında bu kararla yola çıkan Fevziye Çamsever Hanımefendi, köşklerin bahçelerindeki çam fıstıklarından, ada çamlarından kozalaklar toplamış, üç bin, beş bin, on bin tohumlu özel yastıklarda fide yetiştirmeye koyulmuştu. Tam üç yıl sonra bu tohumlar küçük, zarif bir fidan olarak asıl yerlerine dikilecek kadar büyümüş olacaklardı. Şimdi asıl mesele bu fideleri firesiz olarak toprağa yerleştirmekti.

Eğer onun yerine başkası olsaydı, ailesinin zenginliğine güvenerek yüzlerce lira sarfıyla, bahçıvanlar tutar, fideleri dışarıdan getirtir, diktirir, sulatır, büyütmeye gayret eder, sonra da çok masrafa mal oluyor diyerek ihmal eder, bahçe de harap olur, fidancıklar kuruyup giderdi."

Onun hakkında Nezahet Hanım'ın yazdıkları bu kadar. İki yıl önce, Amerika'da onkolog olan Nezahet Ege'nin kızı Güneş hanımdan öğrenmiştim: Fevziye Çamsever, varlıklı bir ailenin "kız-kurusu". Evlenmemiş, çocuksuz, bu dünyayı terk edeli yıllar olmuş. Doğum yılı, ne zaman öldüğü belli değil. Bahsi geçen orman halen duruyor. Bir gün Erenköy'e gidip gözlerinizle görebilir, gölgelerinde seyran edebilirsiniz. Fevziye Çamsever'in köşkü de duruyor. Hatta Fevziye Hanım bu köşkünde semt çocuklarına piyano öğretmiş. Nezahet Ege'nin kızı Güneş Hanım da ondan bu köşkte piyano dersleri almış. Ne acı ki, bu köşk geçtiğimiz aylarda soyulmuş. (Hayret! Çünkü hastanenin bir koruma ordusu var.) Başhekim Dr. Erdal Atalay hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunulmuş.