Lüksemburg- AB konularına meraklı olanlar Robert Schuman’ı bilirler. 1886’da doğan ve 1948-1952 yılları arasında Fransız dışişleri bakanlığı yapan Schuman AB’nin....

Lüksemburg- AB konularına meraklı olanlar Robert Schuman’ı bilirler. 1886’da doğan ve 1948-1952 yılları arasında Fransız dışişleri bakanlığı yapan Schuman AB’nin kurucularından biri, hatta en önemlisi. Düşünsel temelleri daha çok Jean Monnet tarafından atılan kömür ve çelik birliği, biraz da kişisel tarihi nedeniyle, Schuman’ın dışişleri bakanlığı döneminde somutlaşıyor. Savaştan ve Nazi döneminden kişisel olarak da çok çekmiş olan Schuman, Almanya ile kalıcı bir barışın ancak birleşmiş bir Avrupa içinde olacağına inanıyor ve 9 Mayıs 1950’de Schuman Planı olarak bilinen belgeyi yayınlıyor. O tarih AB’nin doğum günü sayılıyor.

Schuman Planı silah üretiminin ana maddeleri kömür ve çeliğin ortak kontrolüyle Avrupa’da yeni bir savaşın önlenmesi düşüncesi üzerinde şekilleniyor.  

Buralara geldik diye, kendimin de çoğunlukla sıkıcı bulduğu AB’ne ilişkin ansiklopedik bilgilerle kafanızı şişirmek niyetinde değilim. Ancak, bilirsiniz, bir grup Türk gazeteci her hangi bir nedenle bir AB ülkesine gittiyse, karşılaştığı herkese şu klişe soruyu sorar: “Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ne düşünüyorsunuz?”

AB’nin kurucusu, babası kabul edilen Schuman’ın Lüksemburg’daki evi şimdi Avrupa Çalışmaları ve Araştırmaları Merkezi olarak hizmet veriyor. Schuman’ın ruhu bundan dolayı huzur içinde olmalı.

Merkezin başındaki kişilerden Charles Barthel’den, Schuman’ın kişisel tarihine ve Avrupa Birliği’nin doğuşuna ilişkin bilgileri aldıktan sonra, dirilere sorduğumuz soruya merhumun ne yanıt vereceğini merak edip, AB’nin kurucu babası Schuman’ın Türkiye’nin üyeliğine ne diyeceğini öğrenmek istiyoruz.

Barthel’in, daha doğrusu Schuman’ın cevabı çok net. Öyle diplomatik falan değil hiç: “Türkiye’nin üyeliği Schuman için söz konusu bile olmazdı. O çok dindar bir adamdı. Sıkı bir katolikti. Papa’ya bağlıydı ve bu türden duygusal nedenlerle Türkiye’nin Avrupa’da yeri olamayacağını düşünürdü”.

Barthel, Schuman adına konuşurken bu kadar net. Peki, kendisi ne düşünüyor? Diriler ölüler kadar açıksözlü olamadığından; “Türkiye’nin üyeliği konusunda çok rasyonel, pozitif fikirler var” diye başlıyor söze. “Ama duygusal olarak bunu kabul etmek çok zor. Zaten yeni katılımlar sindirilmesi zor bir durum yarattı. Bulgaristan ve Romanya’nın katılımı tam bir felaket oldu. Avrupalıların çoğu, duygusal olarak, Türkiye’nin Avrupa’da yeri yok diye düşünüyor. Ukrayna olabilir ama Türkiye hayır.”

Kendi fikri sorulduğunda Avrupalılar üzerinden dolaylı bir yanıt vermeyi tercih etse ve  merhum dışişleri bakanı Schuman’dan çok daha “diplomatik” konuşsa da durum net. Duygusal nedenlerle, Cem Yılmaz’ın kastettiği anlamda değil de kültürel anlamda, Türkiye Avrupa’da istenmiyor.

Hoş, Türkiye de bu “duygusallığı” besleyecek bol miktarda malzeme sunuyor Avrupalıya. Salt insan hakları, demokrasi ve özgürlükler açısından değil, demografik ve ekonomik verileri açısından da. En yüksek doğum oranı da bizde, en yüksek bebek ölüm oranı da. En yüksek enflasyon da bizde, en yüksek işsizlik oranı da. En düşük kadın istihdamı da bizde, en bozuk gelir dağılımı da. Eh, durum böyle olunca, “duygusal” nedenleri merhum kurucular kadar açık ve net söylemesine gerek kalmıyor yaşayan AB yetkililerinin.

450 bin nüfuslu bu küçük ülke, kimi konularda kocaman devletlerle yarışıyor. 600-700 kişinin yaşadığı Schengen köyünün adını sınırların ortadan kalktığı koca bir bölgeye verebiliyor, 800 kişilik ordusundan Kabil havaalanının güvenliği için asker gönderebiliyor, 100 kişilik dıişleri kadrosuyla AB dönem başkanlığı yapabiliyor ve bunlarla da yetinmeyip BM Güvenlik Konseyi üyeliğini hedefleyebiliyor.

Ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşıtlıkta epey ileri bir kamuoyu olmasına karşın, Türkofil kanaat önderlerini de barındırabiliyor. Pierre Werner Enstitüsü Direktörü Mario Hirsch onlardan biri. “AB önemli bir siyasal aktör olacaksa ve kriz bölgelerinde rol üstlenecekse, mutlaka Türkiye’ye ihtiyacı var” diyor.

Ancak, duygu çoğu yerde aklın önüne geçiyor. Avrupa’da bile!