Avrupa Birliği'nde "kamu hizmeti yayıncılığı" veya kamu yayıncılığı dendiğinde devletin mülkiyetinde olan, ancak hükümetten "bağımsızlığı" sağlanmış yayın kuruluşları anlaşılır.

Avrupa Birliği'nde "kamu hizmeti yayıncılığı" veya kamu yayıncılığı dendiğinde devletin mülkiyetinde olan, ancak hükümetten "bağımsızlığı" sağlanmış yayın kuruluşları anlaşılır. Avrupa Birliği'nin kamu yayıncılığına ilişkin büyük önem taşıyan mevzuatlarının başında 1997 yılında kabul edilen ve Avrupa Birliği Tek Pazar Sözleşmesi'nin maddelerinden biri durumuna gelen Amsterdam Protokolu gelir. Bu maddenin özü, üye devletlerin kamu yayıncısına verdiği kamu hizmeti görevi çerçevesinde devletlerin kamu yayıncısına aktardığı parasal yardımların (sübvansiyon) AB rekabet hükümleri açısından bir ayrıcalık olarak kabul edilmesi ve kamu yayıncılığının önemi nedeniyle bu yardımların "sağlam, istikrarlı ve şeffaf" kaynaklara bağlanması gereğidir.

Protokolün gerekçeleri ve çeşitli AB mevzuatları incelendiğinde kamu yayıncılığının öneminin ticari yayıncılığın piyasa şartlarında yerine getiremeyebileceği işlevlerin kamu yayıncıları tarafından doldurulması gereğinden kaynaklandığını görürüz. Ticari yayıncılığın çıkışıyla birlikte Avrupa'da yaşanan tartışmanın özünde, AB'nin ABD'nin içerik üreticileriyle rekabet edebilecek özel sektör oyuncularını yaratma çabası ile kamu yayın kuruluşlarının bu sektörde devlet yardımları nedeniyle rekabeti bozup bozmadığının saptanması gereği yatmaktaydı. Protokol bu tartışmaya son noktayı koymuş, kamu yayıncılarına devlet yardımlarının sürdürülmesini toplumsal ve kültürel gerekçelere bağlamıştır.

Ticari yayıncılık tarafından yeterince yerine getirilemeyen çoğulculuğun sağlanması; demokratik yaşam için gerekli çeşitli çıkarlardan bağımsız ve bilgilendirici yayıncılık gereksinimi; kültürel ve dilsel çeşitliliğin yanında kültürel mirasın korunması; Avrupa kültürel kimliğinin geliştirilmesi; en geniş coğrafyada her yurttaşın bedel ödemeden kaliteli bilgi, eğitim, eğlence içeriklerine erişebilmesi gereği nedeniyle kamu yayıncılığını ve bağımsızlığını korumak istemektedir.

 

Amsterdam Protokolü'nün çıkmasından dört yıl sonra Avrupa bakanlar kurulu sayılan Avrupa Komisyonu Ekim 2001'de yayınladığı bir genelgeyle bu kamusal fonların nasıl ayrılacağı konusunda da hükümler getirmektedir. Genel olarak lisans ücretleri ve her türlü transferler yanında kamu yayıncısı için sağlanan indirim ve muafiyetler devlet yardımı olarak adlandırılmakta ve kamu hizmetinin yerine getirilmesi için yapılması gerekli harcama olarak tanımlanmaktadır. Üye ülkelerin kamu hizmetini yerine getirmek için harcayacağı miktarlara ilişkin bir sınır konmamıştır. Burada önemli olan unsurun, kamu yayıncısının kamu hizmeti gereği yaptığı faaliyetler yanında gelir elde etmek için yaptığı ticari faaliyetlerin genel olarak piyasaya özel firmaların girişini engellememesi hükmü yer almaktadır.

Daha sonra 1999 yılında yayımlanan bir genelgeyle, kamu yayıncılarının sayısal iletişim ortamlarına ilişkin olarak da benzeri gerekçelerle görevlerinin olabileceği karar altına alınmıştır. Bizdeyse, TRT'nin bağımsızlığı bile henüz yasalarla korunur durumda değildir. Genel Müdür'ün görevden alınması mümkün olmamakla birlikte, kurumun parasal kaynaklarından yapılan kesintiler sonucu hükümetlere bağımlı duruma gelmesi söz konusu olabilmektedir. Bilindiği gibi elektrik gelirlerinden yüzde 4,5 olan TRT payı, bu dönemde yüzde 2'ye indirilince TRT elemanlarına para ödeyemez duruma düştü. Bir an evvel önce "istikrarlı, şeffaf ve sağlam" kaynaklarla TRT'nin bağımsızlığı sağlanmalı. Ancak ondan sonra sayısal stratejilerin ne olacağını tartışmak mümkün olabilir.