Akif Beki arada öyle konular yumurtluyor ki insanın nutku tutuluyor.

Akif Beki arada öyle konular yumurtluyor ki insanın nutku tutuluyor. Geçen haftalarda Leman dergisiyle girdiği ve Leman'ın Haftanın Lalesi ödülüyle onurlandırdığı tartışma günümüz mizahını ve Beki'nin sansür yokluğu üzerinden AKP yalakalığını anlamak için iyi bir pas veriyor bize. Özetle şunu diyordu filozof gazeteci Beki: "Türkiye'de Gırgır gibi satan bir mizah dergisi yok. Dolayısıyla sansür de yok." Oha yani diyoruz mizahi bir dille. Gırgır'ın çok sattığı sansürlü 70-80'li yıllar ile karşılaştığında günümüz güllük gülüstanlıkmış yani. Beki'ye göre sansür ve baskı ne kadar çoksa, mizah dergilerinin önemi ve satışı artıyomuş. Elbette kavramsal olarak bakıldığında baskıcı bir atmosferde mizah önemli bir kanal; ama buradan günümüz siyasetine övgü nereden çıkıyor anlamadık. Kısacası mizahla sansür arasında doğrudan ve otomatik bir ilişki hakkında düşünebilmek için somut duruma bakmakta yarar var. Leman'dan Penguen ve Uykusuz'a kadar mizah dergilerinin tirajı Gırgır'la karşılaştırıldığında epey düşük kalıyor. Ama bunun özellikle son 30 yılda toplumda gerçekleşen dönüşümle ilişkisi var. Yani sansür meselesine indirgenemeyecek kadar hassas dinamikler var ortada. En önemli dinamik ise benim 'mahallenin mizahından' 'kentin mizahı'na geçiş dediğim kırılma. Özetlersem daha önce mizah dergilerinin asıl aktörü işsizden memura geniş bir kesimdi. Üretilen mizah ise dönemin politik atmosferine bağlı olarak mahalle, semt üzerinden; daha çok da popüler demokratik talepler dediğimiz sol tınılı bir söylemle maluldu. Sadece dergiler değil elbet; Kemal Sunal gibi bir kült figürü de bu çerçevede düşünmek gerekiyor. Gırgır bir halk ve 'vapur' dergisi olarak eğitim seviyesi çok farklı kesimlere aynı yaygınlıkta ulaşabiliyordu. Buna tek kanallı TV gibi bir alternatifsizliği de eklemek gerekiyor. Bu dergilerde üretilen mizah daha çok ekonomik zorluklar (zam) ve ötekilerden rövanş almak üzerine kuruluydu. Kurgusal ve abartılı da olsa Gırgır'ın zamlarla beli bükülen memuru üst sınıflara, hükümete büyük bir özgüvenle ve basit bir dille diklenebiliyordu. Bu diklenmenin günümüzdeki temsilcisi ise Recep İvedik oluyor; başka bir dil ve bağlamla olsa da... Gırgır kahramanı, daha çok erkek de olsa, elinde filesi ve sefer tası ya da yamalı giysileriyle ikdidarla dalga geçiyordu. Hayatta güçsüz olsa da en azından sarı sayfalar üzerinde gezinen çizgilerde güçlüydü.

MAHALLEDEN KENTE SIÇRAYAN MİZAH
Oysa 1991'den sonra gerçekleşen kırılma tam tersi olacaktır. Yukarıya 'bakan' Gırgır kahramanı, zamanla çocuklarının gözünde 'bakılan' ve 'yurdum insanı' haline gelecektir. Barları ve cafeleriyle dönüşen şehrin ergen, öğrenci ve eğitimli kesiminin gözünden alaysı bir gözden düşürmenin nesnesi olacaklardır. Yeni mizahta dil içrekleşecek ve Gırgır kahramanı bir okur olarak mizah dergilerini terk edip, çekirdek çitleyerek çok kanallı televizyonların dizilerine sıçrayacaktır. Gırgır Avni adını alıp 1991'de tarihe karışırken, mizah dergilerinin gerçek okuru başta üniversiteli olmak üzere öğrenci olacaktır. Üst sınıflar, hükümet ve bürokrasiye daha önce yöneltilen diklenen bakış geri çekilerek, yerini alt sınıfları ti'ye alan ya da kenti deneyimlemenin heyecanı ya da ergenin sorunları dolduracaktır boşalan yeri. İşte tam da bu noktada çizgiler önce kalınlaşacak ve bitmeyen bir söz bolluğu dolduracaktır konuşma balonlarını.

UZUN MU UZUN BALONLAR: PAT!
Türkiye'de mizahın değişiminin en önemli grafik göstergesini uzun ve bir iç ses şeklinde tasarlanan uzun konuşma balonları olarak görmek mümkün. Bütün mizah dergilerinin anasını sayılan 1974 sonrası Gırgır dergisiyle karşılaştırıldığında 1990 sonrası bu dönüşüm daha iyi anlaşılabilir. Mırıldanmanın Diyalektiği dediğim bu yeni durum peki ne anlama geliyor? Öncelikle kendinden hoşnut, ama dışardan hoşnutsuz, sinik, sürekli 'öteki'ni didikleyen bitmeyen bir alaysı ve cool konum anlamına geliyor. İlk defa Leman dergisinde 1992 sonrası karikatürüst Ahmet Yılmaz'ın başlattığı bu dönüşüm, bir tarafıyla küçük esnaf dili ve boşunalığını sayfalara taşıyordu. Günümüzde aynı eğilim internetle hemhal 1980 ve sonrası doğumlu çizerler tarafından daha kırılgan bir çizgi ve ebeveynlerin dünyasına ve salçalı ekmeğe daha saygılı olan içrek dille devam ediyor. Yani sorun aceleci filozof Beki'nin düşündüğü gibi sansür-özgürlük ekseninde bir tiraj değişmesi değil; neo liberal dönüşümün kentte ve kültüründe gerçekleştirdiği yarılmanın sonucu. Yani Beki ve temize çekmeye çalıştığı parti de bu dönüşümün bizzat sorumlusu zaten; kafadan atmadan bunları düşünmesi gerekiyor.