Malum, önümüzde yerel seçimler var… Adı üstünde “yerel” olduğundan, bu süreçte bir nevi taşra siyaseti de öne çıkacak. Çünkü seçilenler ülkeyi değil seçildikleri yöreyi yönetecekler....

Malum, önümüzde yerel seçimler var… Adı üstünde “yerel” olduğundan, bu süreçte bir nevi taşra siyaseti de öne çıkacak. Çünkü seçilenler ülkeyi değil seçildikleri yöreyi yönetecekler. Bu bakımdan partiler kadar adayların da yarıştığı seçim… Gerçi burada da demokrasi yok, önseçim yerine önkoşul var; genel başkanın iki dudağının arasından adayın isminin telaffuz edilmesi önkoşulu… Elbette bu memlekette genel başkan filan takmayan bir  solculuk tarzı da var… Bu hafta biraz muzırlık yapayım, taşrada yaşayan bir şahıs olarak, merkezde siyaset üretenlere, taşralı solculuk psikolojisi hakkında tiyo vereyim dedim. (“Taşraya Bakmak” [İletişim yay.] adlı derlemede yer alan “Taşranın Taşı Toprağı Altın”da Ne Var? başlıklı yazımdan kopya çektiğimi de itiraf edeyim.)

Büyük şehirlerdeki solcular arasındaki ilişki asıl olarak ideolojik bir zemin üzerinde kuruludur. Oysa taşra solculuğunda tanışıklık ve arkadaşlık esastır. Birbirlerini küçüklükten tanırlar. Aynı okullara gitmişler, yazın aynı denizde ya da ırmakta lastikli ve çizgili donlarıyla çimmişlerdir. Birbirlerine kirve ya da hısımdırlar. Bu yüzden kahvede birlikte hoşkin ya da battı oynamamaları ayıptır. İster inanın ister inanmayın, taşra solcularının sağcılarla ilişkisi de siyaset dışında arkadaşlık üzerine kuruludur. Çünkü taşrada, “dağ dayım davşan (tavşan) emmim” kuralı geçerlidir. Kendi çocukluk arkadaşlarından ya da hısımlarından biri büyüyüp de siyasi tercihini sağcılık olarak yaptığında; hısım, hasım olsa da elden bir şey gelmez, çünkü hısım son çözümlemede hasım olamaz. Karşıt görüşten de olsa ilişkinin sürmesi zaten sosyal bir mecburiyettir. Ancak iç savaş benzeri bir dönemde siyasi husumet bir kan davasına dönüşebilir ve bu dönüşüm taşra bakımından hakikaten “kardeş kavgasıdır”.

Öte yandan taşradaki solcular, “içinde” bulundukları topluma “dışarıdan” bilinç taşıma paradoksunu yaşar; hem Öğretmen hem Öğrenci konumundadırlar. Çoğu kez “örgüt merkezi” tarafından bilinçlenmesi gereken “kitle” olarak görülürler. Yani merkez tarafından “dışarıdan” bilinçlendirilen taşra solcularının, bu bilinci kendi muhitine aktarması beklenir. Bu ilişkinin ise büyük şehirli karşısında, bir parça boynu bükük, gariban bir kimlik yarattığına kuşku yoktur. Bugüne dek hiç kimsenin “ben taşralıyım” diye övündüğüne şahit olunmamıştır; bu ifade ancak bir hinlik mülahazasıyla, olmadık bir durumda, mazeret olarak ileri sürülebilir. İşte bu yüzdendir ki, taşra solculuğunda da, garibanlığın arka planında, şehir solculuğuna nispet yapan bir hınzırlık; bıyık altından kıs kıs gülme tepkisi bulunur. Taşrada, merkez’den korkma, ona saygı duyma kisvesi altında hep mahrem bir muhalif tepki var olmak zorundadır. Siyaset söz konusu olduğunda taşralılar, “merkez”e hep uhrevi bir misyon yüklerler; ama şurası da var ki, bunun üstüne, bir de bu misyonla gizliden dalga geçerler.

Mahrumiyet, masumiyet, mahremiyet, muhalefet; işte bunlar taşranın anahtar kelimeleridir. Taşra, kendi mahrumiyet koşullarında sahip olduğuna inandığı masumiyetinin mahremiyetiyle yaşamayı sevmektedir; şehirli indinde mahrem kalmak, gizemli- mistik olmak taşranın ve taşra solculuğunun yegâne imtiyazıdır. Otobüslere binip büyük şehirlerdeki mitinglere giderler, ya da panel vb işler için büyük şehirlerden birilerini beklerler. Hepsi bu kadar…

Masumiyet? Tamam kabul, büyük şehirde bunun katresi yoktur. “Şehirli” (belki “metropoliten” demek lazım!) tarafından bu özellik saftoriklik olarak algılanır ve şehir kibarlığıyla “naiflik” diye tanımlanır. Ancak taşra masumiyetinin, kendine özgü diyalektiğinde, hinlik ve bezirgânlık alışkanlığıyla var olabildiği; saftorikliğin ise aslında bir çarıklı erkânıharplik taktiği gütmek anlamına geldiği gözden kaçırılmamalıdır. Ve bir de “tecahülü ariflik”; yani bildiğini bilmezden gelirlik, tam anlamıyla her türlü sorumluluğu merkeze yükleme kurnazlığından başka bir şey olmasa gerektir.

Taşralı gözünde İstanbul’un taşı toprağı (teorisi ve pratiği) altındır da… Peki taşranın “taşı toprağı altın”da ne vardır?  Sorunun cevabını veriyorum: Taşranın “taşı toprağı altın”da M vardır! Mahremiyet, masumiyet, mahrumiyet, muhalefet... gibi kelimelerin başında yer alan türden “m”istik bir “M” vardır. Büyük şehirden dinlenildiğinde, bu harfin taşradan telaffuzu, “Mee-eeeeeeee!” şeklinde duyulur. Yalan mı?