Bitti, gerçekten bitti. Genelkurmay Başkanlığı ve hükümet de doğruluyor, sınır ötesi operasyonun sona erdiğini. Ama gelin de bunu Türkiye medyasına anlatın.Sınır ötesi operasyon....

Bitti, gerçekten bitti. Genelkurmay Başkanlığı ve hükümet de doğruluyor, sınır ötesi operasyonun sona erdiğini. Ama gelin de bunu Türkiye medyasına anlatın.
Sınır ötesi operasyon sona erdiği halde savaşmakta hâlâ kararlı olan cengâver medyamız belli ki hırsını alamadı. Operasyonun ilk gününden itibaren ölü seviciliğin manifestosunu yazanlar, daha ellerindeki kan kurumamışken haykırıyorlar: ‘Daha durun, akacak çok kan var!’
Genelkurmay Karargâhı’ndan bildiren Mehmet Ali Kışlalı, “ABD’yi iyi anlamak’ (1 Mart 2008) isimli yazısında, TSK’nın PKK üslerini yok etmeden dönmeyeceği konusunda ısrarlı olanlardan mesela. Yazısını, TSK’nın bu noktadaki kararlığına dair hususların ‘ABD’ye bildirilmemiş olması olasılığı var mıdır’ diyerek bitiren Kışlalı’ya, savaşın bittiğine dair bir haberin size bildirilmemiş olması olasılığı var mıdır diye sormak isteriz. Muhtemelen yanıtı, operasyonun bitmesinin üzerinden iki gün geçmesine karşın, köşesinde bu kötü haberin doğruluğuna inanamadığını itiraf eden (2 Mart 2008) Hasan Celal Güzel verecektir: “Kanla beslenen kalem barışın önünde secdeye varmaz!”
‘Temizlemeden geri dönmek yok. Başları da kopacak!’ (26.02.2008 Tercüman) türünden manşetlerle, ucuza kefen torbası bastıklarını kanıtlayanlara, başkalarının çocuklarının canlarıyla delikanlılık yapmak kolay geliyor elbette. Baksanıza, söz birliği etmişçesine, bir top mermisinin üzerindeki şu cümleyi ilk sayfalarından müjdeliyorlar: ‘Daha Bitmedi. Devamı gelecek!’ (3 Mart 2008) Aynı gün, aynı cümlenin, aynı resimle verilmesinin, ana akımın ortak hassasiyetini yansıtması açısından önemli olduğu ortada. Gelin, Genelkurmay tarafından servis edilen bu haberi yayınlamakla yaşamdan değil ölümden, kinden, savaştan yana tavır alan gazetelerin adlarını zikretmekten imtina etmeyelim: Akşam, Güneş, Hürriyet, Posta, Sabah, Takvim, Tercüman, Türkiye, Vatan, Zaman.
Sahi bir de yitirilen canlar var değil mi? Bilgiler muhtelif. “Dün ele geçirilen 3 teröristle birlikte, sınır ötesi harekatta etkisiz hale getirilen terörist sayısı 240’a ulaşmıştır. Harekatta 24’ü asker ve 3’ü Geçici Köy Korucusu olmak üzere, 27 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.” (29 Şubat 2008. Genelkurmay Başkanlığı) Örgüte yakın kaynaklarda ise 125 askerin ve 9 PKK’ linin yaşamını yitirdiği belirtiliyor. (1 Mart 2008. ANF) Operasyonun maliyetine dair tahmini rakamlar ise 160 milyon dolar civarında. Elbette ki bu rakamların güvenilirliği tartışılır. Ancak, spekülasyonları sayfalarına taşımaktan çekinmeyen medya, bu rakamları kesin gerçeklermiş gibi sunmakta bir beis görmüyor.
Peki, ‘iliştirilmişler’ bu cesareti nerden alıyorlar dersiniz? Elbette ki bizlerden, okurlardan. Kimsenin çıkıp da kendilerinden hesap sormayacağına adları gibi eminler. Çünkü bu ülkede basın meslek örgütlerinin birbirine küfür eden ‘köşe kadıları’nı ayıplamaktan başka bir misyonu yok. Çünkü bu ülkenin okurlarının, temel gazetecilik ilkelerini ihlal eden, kendilerine yalan söyleyen gazetelere karşı hoşgörüleri derya.
Gencecik çocukları fiyaskoya dönen gövde gösterileri, kirli pazarlıkları ve inatları uğruna ölüme gönderen siyasal iktidardan, istihbarat ve planlama hatalarından dolayı askerlerden kamuoyu adına hesap sorması gereken medyanın durduğu nokta tam bir bataklık. Bu bataklığı kurutmak, evlatlarını yitiren ebeveynlerin, eşlerini, kardeşlerini kaybeden kadınların, borçla harçla yürütülen bu savaş yüzünden gelecekleri karartılan gençlerin, düşmanlaştırılan, fakirleştirilen, tek tipleştirilen yurttaşların görevi. Her gün, ilan için, at yarışı tahmini için, fal için medya tekellerinin kasalarına akıttığımız kuruşların bir gün bize doğrultulmuş silahlar olarak geri döneceğini anlamadıkça, aydınlığa özlemimizi ‘Güneş’ operasyonlarıyla gidermeye çalışanlar tükenmeyecek.
Bu anlamsız savaşta yitirtilen tüm canlar için, ağaçlar, dereler, hayvanlar için içim yanıyor. Aynaya baktıkça suçluyla karşılaşıyorum. Aynaya bakmalı.
Elinde çekiç olan her şeyi çivi olarak görürmüş. Ölüm dediğin nedir ki, kılın tüyün mahremiyeti ortadayken.

* * *
MEDYAZADE
“Çocuğum yok. Ama bir çocuğum olursa askere göndermem” Şimdilerde bazı hanımlar arasında bu sözler pek bir moda. Tövbe, yüz bin kere tövbe. Bu topraklarda karnını doyuracaksın, gezeceksin, tozacaksın, bu toprakların bağrından çıkmış delikanlılarımızla o haltı yiyeceksin sonra… Sonra diyeceksin ki bu çocuk yalnızca benimdir. Askere yollamam, ölmesine izin vermem. Yok ya! Herkes senin gibi düşünürse, herkes benim çocuğum savaşçı değil derse kim savaşacak o zaman. Neymiş efendim, kimse eline silah almazsa savaş olmazmış da, böylece savaşçıya da ihtiyaç kalmazmış. Peh peh.. Bir de kendilerine vicdani retçi diyorlar. Bu düpedüz vicdansız retçiliktir; oyunbozanlıktır. Bu kişiler hiç düşünmezler mi acaba, savaş olmazsa, onca askeri bina, tank, top, uçak ne olur? Bu kadar subay ve paşa ne iş yapar? Silah fabrikalarında çalışan işçilerin aileleri ne yer ne içer? Bu kadar gazeteci ne yapar? Laf işte. Ölümden korkuyoruz, canımızın yanmasından korkuyoruz, başkalarının canının yanmasından korkuyoruz, bizi kan tutuyor desenize. Herkes anlasın insanlığınızı. İnsanlık bu mu?

* * *
...Diyor ki:
“K. Irak’ta şehit olan askerler, dün gözyaşları içinde toprağa verildi. Şehitlerin anneleri hep başörtülüydü. Vakit.