Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

O ödülü alma kardeşim!

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, “Basın Özgürlüğü” ödüllerini bu yıl, kıdemli meslektaşımız Ferai Tınç’ın yanı sıra, tutuklu iki genç gazeteciye vermeyi uygun bulmuş. TGC’den yapılan açıklamaya göre, Büyük Seçici Kurul, sayıları 100’e yaklaşan tutuklu gazeteciler adına 2012 Basın Özgürlüğü Ödülü’nün Bedri Adanır ile Zeynep Kuray arasında paylaşılmasını kararlaştırmış…

Bu iki basın emekçisinden Zeynep Kuray, bizim gazetenin gözünü budaktan esirgemeyen acar muhabiridir ve yaptığı haberlerden dolayı aylardır Bakırköy Kadın Cezaevi’nde yatıyor. Aslında “yatıyor” demek, pek de doğru bir niteleme değil. Çünkü “her yerde haber var” anlayışına uygun davranan arkadaşımız, cezaevini adeta BirGün gazetesinin Bakırköy Temsilciliği’ne dönüştürmüş durumda. Oradan gönderdiği haberleri gazetemizde okuyorsunuz…

Zeynep kardeşimiz; dürüst, ilkeli duruşu ve cezaevinde bile gazetecilikten vazgeçmeyen inatçı tutumuyla, bizim gönlümüzde zaten ödüllerin en büyüğünü kazanmış biridir. TGC’nin ödülü ise kendisine bir şey katmak şöyle dursun, ondan bazı şeyleri alıp götürebilir. Ben onun yerinde olsam, bu ödülü elimin tersiyle iterdim! Başlıca iki nedenle:

1. Öncelikle, yurtseverlerin ve dürüst gazetecilerin F Tipi operasyonlarla art arda içeri tıkıldığı bir dönemde, TGC yöneticileri, özel yetkili savcılara bavulla “belge” taşıyan bir insanı “başarılı gazeteci” diye ödüllendirdikleri için!

2. Soner Yalçın yönetimindeki Odatv’ye önce ödül verip, arkadaşlarımız tutuklanınca bu ödülü askıya aldıkları için!

Evet, sanıldığı kadar “balık hafızalı” olmadığımızı ve TGC’nin büyük ayıplarını unutmadığımızı göstermek için bu ödülü geri çevirmeliyiz.

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Odatv’ye verdiği ödülü askıya aldığını açıkladığında, tutuklu arkadaşlarımız, “Bizim o ödüle ihtiyacımız yok!” diyerek onurlu bir davranış sergilemiş ve ödülü reddetmişlerdi.

Şimdi sıra Zeynep Kuray’da.

Kabul etme o ödülü kardeşim! Sana da bu yakışır!


**


 

Elif Şafak’ın “şiar”ını anlayan beri gelsin!


Elif Şafak’ın Osmanlıca tutkusuna daha önce değinmiştik. Ama onun bu konudaki yanlış kullanımları üzerinde pek durmamıştık. Şimdi güncel bir olaydan yola çıkarak biraz da işin bu yönüne eğilelim…

Biliyorsunuz, Fransa Hükümeti yakınlarda Elif Şafak’a, “Sanat ve Edebiyat Şövalyesi” (Chevalier dans l’Ordre National des Arts et des Lettres) nişanı verdi. Beyoğlu’ndaki Fransız Sarayı’nda düzenlenen “nişan töreni”ne katılan Şafak, Fransa Büyükelçisi’ne teşekkür ederken, bu anlı şanlı ödülün kendisi için ne anlama geldiğini şöyle açıklamış:

“Benim için bir okur mektubu almak gibi bir şiara beni buluşturan, bağlantı kurmamı sağlayan, yüreğime de enerji veren bir ödül.” (Hürriyet, 10 Temmuz 2012)

Evet, Elif Şafak’ın Osmanlıca sözcüklere düşkünlüğünü biliyoruz. Ama yaşı ve birikimi, bu müzelik dili doğru dürüst kullanmasına engel ne yazık ki.

Yukarıdaki alıntıya dönecek olursak…“Şiar”, Arapça kökenli eski bir sözcük. Türkçesi “belgi” olarak geçiyor sözlüklerde. Anlamı ise, “Bir şeyi benzerlerinden ayıran, onu belli kılan özellik”. Sözcüğün ikincil anlamı ise şöyle açıklanıyor: “Duyuş, düşünüş ve inanıştaki ayırıcı özellik.”

Işıklar içinde yatsın, TKP’nin efsane önderlerinden İsmail Bilen (Laz İsmail), “belgi” sözcüğünü çok sever ve parti yayınlarında sıklıkla kullanırdı. Ama TKP dışındaki devrimci çevreler nedense pek yüz vermedi bu sözcüğe. Onlar daha çok, Batı kaynaklı “slogan” sözcüğünü kullanmayı yeğlediler. Şimdilerde ise sloganın yerini Türkçe “savsöz”ün aldığını görüyoruz. Ne var ki, “belgi” ile “savsöz”ün eşanlamlı olduğu söylenemez.

İsterseniz, bu açıklamaların ışığında bir kez daha okuyun Elif Şafak’ın yukarıdaki tümcesini, bakalım bir yere oturtabilecek misiniz.

Size göre, Fransa Büyükelçisi’ne ne demek istedi Elif Şafak? Kendisini hangi “şiar”a buluşturmuş bu ödül?

***

Şimdi de Elif Şafak’ın resmi sitesinde (www.elifsafak.us) yer alan “Bir İçsel Yolculuk: Pinhan” başlıklı röportajdan küçük bir alıntıyla göstermek istiyorum kibirli yazarımızın Osmanlıca özentisinin yol açtığı dil kıyımlarını:

“Yalnız çocukları anlatıyorum; öyle çok mutlu mesut, cumhur cemaat, büyük ailelerde, çevrelerde büyüyen çocukları değil de daha çok yalnız bir çocuğu anlatıyorum.”

 

 

“Mutlu mesut, cumhur cemaat”

 

Hadi “mutlu mesut”u Hilmi Yavuz etkisine bağlayalım. Bilindiği gibi, Türkçe ve Osmanlıca eşanlamlı sözcükleri yan yana kullanmayı “dilde zenginlik” sayıyor bu ozanımız. Peki ama “cumhur cemaat” nereden çıktı? “Cumhur”, Arapça bir sözcük; “halk, topluluk” demek. Ne var ki, eski-yeni tüm sözlükleri tarasanız, “cumhur cemaat” diye bir deyişi, dilimizin sözvarlığı içinde bulamazsınız! Elif Şafak’ın yanlış kullandığı ikilemenin doğrusu “cümbür cemaat”tir. Onun anlamı da “hepsi birden, toplu olarak” demektir. Melih Cevdet’in, “Hiroşima” şiirinde söylediği gibi:Gelişimiz teker tekerdi / Gidişimiz cümbür cemaat.”

Öyle anlaşılıyor ki, bu Osmanlıca sevdası, Elif Şafak’ın başına daha çok iş açacak!


**


Özensiz Tümceler

BirGün’ün 18 Temmuz 2012 günlü sayısının birinci sayfa manşet üstünde, “Biraz da bu tarafa doğru sık, serinleyelim!” başlıklı bir haber var. Haberin spotunu, noktasına virgülüne dokunmadan aktarıyorum:

“BDP’li milletvekillerinin yaralandığı olaylı mitingine izin vermeyen Vali Toprak, kendisine yönelik eleştirileri ve çıkan olayları değerlendirdi. Bülent Arınç ise ‘BDP’nin Genel Başkanı da milletvekilleri halkı sokaklarda yürüyerek Valiliğin kararına karşı gelmeye, direnmeye davet etmişlerdir. Bu Açıkça suçtur’ dedi.”

Adeta, “Olmaz ki, böyle de yapılmaz ki!” dedirtecek türden bir anlatım! Yani ben şimdi bu anlamsız söz yığınının neresini düzelteyim? En iyisi, değerlendirmeyi okura bırakmak. Meraklısı, bu spotta kaç yazım ve anlatım yanlışı bulunduğunu araştırsın…