Oğlu 11 Eylül'de New York'taki İkiz Kul

Oğlu 11 Eylül'de New York'taki İkiz Kule-ler'de öldürülen emekli polis memuru Wilton Sekzer de bu saldırının intikamının alınması gerektiğini düşünenlerden. Milyonlarca Amerikalı gibi kim İkiz Kuleleri vurduysa gidip aynı şekilde "tepesine binilmesini" istiyor.

Bush Yönetimi de hedef olarak tabii ki Irak'ı seçiyor.

İntikam duygusu üzerine kurulan "bir yalan döngüsü ile" Irak'ın işgalini Amerikan halkına kabul ettiren Bush yönetimi, düşünce kuruluşları (think tank) ile silah sanayinin el ele verdiği bir ortamda "Niçin Savaştıklarını" kolaylıkla anlatabiliyor.

Milyonlarca sıradan Amerikalı'dan biri olan emekli polis memuru Sekzer için Irak'a saldırmak yetmiyor, atılacak bir bombaya oğlunun isminin verilmesini istiyor. Hava ve Deniz Kuvvetlerine elektronik mektup atıyor. Ancak "çok meşgul oldukları", "Saddam Hüseyin'in tepesine yağdırmak için bombaların üzerine isim yazacak kadar vakit bulamadıkları" yönünde yanıtlar alıyor. Ama sonunda başarıyor.

Bir uçak gemisinde 900 kiloluk bir bombanın üzerine oğlunun ismi yazılıyor ve bombanın fotoğrafı da kendisine gönderiliyor, bir de not ekleniyor: " çjookiloluk bu bomba 1 Nisan tarihinde Bağdat'a atıldı". Emekli polis memuru memnun oluyor. Oğlunu öldürenlere aynı şekilde karşılık verildiğini düşünüyor ve rahatlıyor. Ta ki George Bush'un New York saldırıları ile Saddam Hüseyin'in arasında hiçbir bağlantı bulamadıklarını açıklamasına kadar. Sekzer, intikam hırsı içinde kandırıldığını hissediyor.

Bir süre önce İstanbul Bağımsız Film Festivalinde gösterilen "Niçin Savaşıyoruz? (Why We Fight) adlı belgesel film bildiğimiz ama Amerikan halkının göremediği gerçekleri bir kez daha gözler önüne seriyor.

"Niçin Savaşıyoruz?" 2. Dünya Savaşı'nda, ünlü yönetmen Frank Capra'nın aynı isimle çektiği propaganda filmlerinden esinlenmiş. Dünyaya "demokrasi", "özgürlük" götürme iddiasıyla Amerikan halkı ve askerlerinin nasıl kandırıldığını anlatıyor filmde. Filmde en önemli yer Amerikan silah sanayine ayrılmış, bir de imparatorluk histerisine. Çünkü niçin savaşıldığının anahtarı bu iki noktada yatıyor. Aslında film bir kurmacadan değil, birçoğunu bildiğimiz ve yaşadığımız gerçeklerden oluşuyor.

Hoş "niçin savaşıyoruz"un yanıtını alabilmek için Amerikan halkına mikrofon uzatan yönetmen, bütün gerçekler ortaya çıkmış olmasına rağmen "özgürlüğümüz için", "demokrasi için" benzeri klişe yanıtlar alabilmiş, az miktarda "petrol için", "silah sanayi için" yanıtları da var.

Ama dikkatleri silah sanayine çevirmesi nedensiz değil. 2.Dünya Savaşı'nın ardından başkan olan, General D. Eisenhower başkanlığa veda konuşmasında Amerikan halkını uyarıyor: "Askeri- silah sanayinin demokrasiyi tehdit edebileceğini unutmayın."

Çünkü 3.5 milyon kişinin çalıştığı, Amerikan ekonomisinin motoru durumundaki silah sanayinin anlamını fark ediyor eski başkan.

Bugün ise Irak savaşı öncesinde Amerikan siyasetini ve stratejisini, düşünce kuruluşu( think tank) adı altındaki bazı manipülasyon merkezleri ile silah sanayinin belirlediği biliniyor. Bir süre daha böyle devam edecek gibi görünüyor. "Düşman" seçiliyor, halka "düşmanın tehlikesi adı altında yalan bilgilerle anlatılıyor", ikan ediliyor ve savaş sanayi devreye giriyor. Halksa Bir CIA terimi olan blowback yönetimini kullanıyor. Blowback hazırlanan planı devreye sokmak için hem ülkedeki yönetimi hem de başka bir ülkeyi gerçek dışı bilgilerle yönlendirmek, devreye sokmak ve bilgiyi yaymak anlamına geliyor.

Her şey tabii ki bu kadar basit değil ama sistemin büyük bir kısmı bu şekilde işliyor. Ve bu gerçeği gören, Pentagon çalışanı kadın Yarbay dayanamayıp istifa ederken, silah sanayine ve savaşa karşı çıkmanın, ancak "hayır" diyebilen insan sayısının artması ile mümkün olabileceğini söylüyor.

Evet, sadece kendi ideolojik saplantıları sonucu dünyayı "terör" batağına saplayan, kendisi terör üreten bir paradigmanın Irak'ı ne hale getirdiğini hepimiz görüyoruz.

İşgalin 3. yılında tüm etnik grup ve mezheplerin birbirine düşürüldüğü, binlerce insanın öldürüldüğü, kültür, tarih ve insan kaynağını dahil olmak üzere bir ülkenin böylesine yok edilmesini artık neo conlar bile savunamaz hale geldi. Hal böyleyken Irak'ın işgalini "özgürlük", "demokrasi" götürmek ile açıklamaya çalışanlara ancak, "hadi oradan" yanıtı verilebilir. Ve hatta insanlıklarından şüphe edilebilir.

NOT: NTV'de yayınlanan "Boşaltılan köylere dönüş mümkün mü?" adlı haberimle TV Haber Dalında 2005 Yılının Başarılı Gazetecisi ödülüne layık gören Çağdaş Gazeteciler Derneği'ne teşekkür ederim.