Korkunç bir uğultu yükseliyor. ‘Vuralım, öldürelim, yok edelim!..’

Korkunç bir uğultu yükseliyor. ‘Vuralım, öldürelim, yok edelim!..’

Savaşın taktik senaryoları ‘Yüce’ makamların elinde sahneye konuluyor. Kürtlerin içine girmiş şeytanları çıkarma  operasyonları kutsal ve milli bir  tören edasında savaş zikrine dönüşüyor.

Savaş dilinin işgali altındayız. Oluşturulan tutuklama listeleri ile tehdit ediliyoruz.

PKK’li olma ithamını muhaliflerin ve barış çağrıcıların boynuna asıp şehir şehir gezdirecekleri an icin ellerini oğuşturan milli hissiyatı güçlü, dini bütün bir hüküm-et var.

Kendi beceriksizliklerini, sorumsuzluklarını halkların sırtına yükleyip şahadetler, kahramanlıklar yazmanın zamanı onlar için. Politikayı tüketmek ve güç kazanmak için yapanların vicdansız söylemleri alkış topluyor hem de çılgınca.

Barışı bir temenniye indiren ve olası bir gün olarak sittin sene'ye yayan yalancı bir niyet yıllardir dönüp duruyor başımızın üstünde.

Onlar barış denince karşısındakini   yok etmek, tüketmek, teslim almak sanıyorlar.

Onlar barış denince kendilerini ezik, küçülmüş ve yenilmiş sanıyorlar.

Onlar barışı kadın işi, savaşı erkek işi sanan devletçi neslin politik çocukları.

İşte bu yüzden sürekli öldürmekten, yok etmekten bahsediyor ve bununla gururlanıyorlar.

Her kürsüden tehdit savurup parmağını havada savuran o ruh hali şavaşı seviyor ve onunla gücünü var ettiğini saniyor.

Yanılıyor.

Çiller de özel harekatçıların kıyafetlerini giyip boy boy pozlar veriyordu. ‘Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir.’  derken o da çok vakur görünüyor ve aynı anda yargısız infazlar gerçekleşiyor, Kürt iş adamlari kaçırılıp yok ediliyor muhalif kimlikler sokak ortasında kurşunlanıyor ve kimsesiz mezarlarda anneler çocuklarını arıyordu.

Şimdi Çiller, mayolu yakalanışı ile magazin sayfalarını süslüyor. Magazin sayfalarının figürü olmaktan kurtulamıyor.

Kürsüden ‘Herkes safını belirlesin’ tehdidi ilk değil. Savaş siyasetinin ezber cümleleri hepsi. Savaş sözlüğünden seçilmiş milli terimler yığını...

Bedel ödenecekse özgürlük ve demokrasi için ödenecek.

Bu savaş diline teslim olmak onursuzluğa mahkum olmak demektir.

Bu size propagandif gelebilir ama suskunluk sadece korku ile açıklanamaz.

Yakın zamanda bir dizi gazeteci arkadaşı hedef alan ‘Organize İşler’ bunun işaretini veriyor bize.

Korkmuyoruz diyebilmenin yürek istedigi bu zamanda dik durabilmek tarihe bir not düşmektir.

Herkese terör kulpunu takıp bir çırpıda gazlanmış kitlelerin önüne atmanın hesaplarını yapıyorlar.

Önceden kimi, kimleri kurban olarak seçeceklerini çoktan belirlemiş gün ve saat sayıyorlar.

Korkunç bir dönemi demokrasi, özgürlük adı altında hayata geçirecekler. Türkiye’de ne zaman iktidarlar demokrasi derse mutlaka arkasından sopa gelir düşüncesi öylesine oluşmamıştır. Türkiye siyasi tarihi bunun örnekleriyle doludur.

Aynı örneği yeniden yaşıyoruz. Yeni dönemin hedefe koydugu insanlar, yapılar şimdi kolay bir av gibi gözüküyor.

Hatta adına demokrasi andıcı derlerse şaşırmayın. Çünkü onlar insanlığa ait tüm değerleri kendi çıkarları için kullanmaktan çekinmezler.

Devletin mayaladığı siyasi ahlakları bunu bir görev olarak görür ve uygular.

Ölenleri ölenlerle yıkamak, acıyı acıyla ödetmek, kanı kanla, gözyaşını gözyaşıyla sulamak bir devlet refleksidir. Barışa umutlandırılmış insanlari ters köşeye yatırıp sonra o şaşkınlığın üzerine çullanan ruh hali karanlık bir köşede hep  pusudadır.

Hasım yaratmak savaş dönemlerinde cok kolaydır. Devlet hasım kategorisini sürekli genişleterek herkesi içine alacak şekilde nefeslenir. Bu öyle bir hal alır ki en yakınında duranların kaş göz hareketi bile bir manaya yorumlanabilir...

Eğer dik durmayi başaramazsak şavaşın dili hayatımızın her alanına hükmedecek.

Vahşetler alkışlanacak ve bizler o vahşetlerin sadece korkak birer seyircisi olacağız.

Kanla doyurulan bilinçler ne anlatırsak anlatalım bizi algılamayacak ve ölen gençlerin arkasından atılan sloganların gürültüsü içinde, nefretin her sokağı nasıl işgal ettiğine tanıklık edeceğiz.