Marks’ın din eleştirisinin bir başka düzeyi, gerçek ilişkilerin yarattığı köleliğin

Marks’ın din eleştirisinin bir başka düzeyi, gerçek ilişkilerin yarattığı köleliğin din tarafından düşünsel ve inançsal düzeyde sonsuza dek uzatılmasının eleştirisidir. Marx burada egemenler ile ezilenler arasındaki ilişkiyi, tanrı ile insanlar arasında dinin kurduğu ilişki için de geçerli sayar: “Bir başkasının merhametine bağlı olan insan, kendisini bağımlı bir varlık olarak algılar. Ama ben sadece yaşamımı sürdürme konusunda teşekkür etmek durumunda değil de, yaşamımın yaratılmasını da bir başkasına borçluysam, tamamen başkasının merhametine bağımlıyımdır... Yaşamım benim yarattığım bir şey değilse, sebebi zorunlu olarak kendi dışındadır. Yaradılış, bu nedenle halkın bilincinden çok zor silinilebilen bir fikirdir. Doğanın ve insanın kendi kendinden olması, pratik yaşamın tüm olgularına ters düştüğü için kavranması zordur” (MEW 40:544). Din, köleci uşak ruhunu yaygınlaştırır, çünkü gerçek dünyanın ilişkilerine bire bir uygundur.

Yine Marks’ın din ile doğrudan siyasal-bilimsel hesaplaşmalara girmesi için fazla bir vesile de yoktu. Ancak bu vesile, kısa zamanda ortaya çıktı: Papazlar, işçi toplantılarına katılıp, sosyalizme karşı, sosyal reformcu yönü olan, ancak monarşist karakterli partiler için propaganda yapmaya, hıristiyan sendikaları oluşturmaya başladılar. Sosyal demokrasi, bu politik saldırının özünü kavradı. Ve cevap Bebel’den: “Hıristiyanlık ve sosyalizm, ateş ile su gibi birbirisinin karşısındadır. Hıristiyanlığın sözde iyi çekirdeği, ... hıristiyan değil, genel anlamda insanidir” (Bebel 1874). Rosa Luxemburg’un Burhan Sönmez tarafından alıntılanan yazısının konusu da, tamamen dinin dindar-ruhban sınıfı tarafından egemen sınıflar lehine sosyalizme karşı kullanılışını irdeler ve eleştirir. Yazının hitap edildiği toplum ise, Çarlık koşullarında katolik ruhbanlığın terörüne terk edilen işçilerdir.

“Gerçek sefalete karşı protesto”, demokratik ve sosyalist gelişmenin önünün tıkandığı ülkelerde, dini kisve altında gündeme gelebilir. İran’da son dönemde gündeme gelen gösterilerde yeşil bayrak kullanılması bu durumun iyi bir örneğidir. Türkiye’de hızla bu yönde ilerliyor olmasın? Sol ilahiyat, bu koşullarda direnişlere ideolojik platformlar yaratmak zorunda kalmasın?

“Analiz sonucu dinsel bulut kurgularının dünyevi çekirdeğini bulmak, her defasında gerçek yaşam koşullarından hareketle bunların dinsel biçimlerini açıklamaktan daha kolaydır. Ancak ikincisi tek materyalist ve bu nedenle bilimsel yöntemdir” (MEW 23:393). Bugün Türkiye’de solun izlemesi gereken yöntem de bu olmalıdır: Hangi gerçek toplumsal yaşam koşulları, hangi dini ve burjuva düşünce biçimlerin ortaya çıkmasına ve güçlenmesine yol açmaktadır? Bu sadece bir bilimsel çalışma değil, işçi ve ezilenleri aydınlatma ve örgütleme çalışmasının temel yöntemidir.

Sosyalistlerin din konusundaki politikaları nettir ve kısa vadeli güç toplama kaygılarıyla terk edilemez:
-    Din ile devletin tamamen ayrılması (Türkiye’de bunun anlamı: Laiklik sürecinin devam ettirilierek, Diyanet İşleri’nin lağvedilmesi, zorunlu din derslerine son verilmesi, din derslerinin din bilimlerini de içerecek şekilde etik derslerine dönüştürülmesi, devlet eliyle ve halkın vergileriyle yetiştirilen ruhban ordularına son verilmesi, dini kurumların tamamen onlara inananlar tarafından finanse edilmesi ilkesinin yasalaştırılması),
-    İnanç ve inanmama özgürlüğünün insan hakkı olarak savunulması,
-    Dini, toplumsal ve siyasal alanlara yaymaya çalışan tüm kurum, kuruluş ve düşüncelerle mücadele edilmesi, bu mücadeleye destek vermeyen inananların gerçek emellerinin deşifre edilmesi.

Yani Marks, dine de, onu yaratan kölelik ilişkilerine ve gerçek dünyanın sefaletine de, bu sefaleti meşrulaştıran burjuva düşüncelere de karşıdır. Sosyalizmin temel okları ise, elbetteki bu sefaletin toplumsal temellerinin değiştirilmesine yöneliktir. Dinsel bir hareketin “ilerici” veya “gerici” olup olmadığına soyut karar verilemez, içindeki toplumsal-tarihsel koşullarda oynadığı role göre karar verilir. Zaten “ilerici” yada “gerici” olan din değil, gerçek insanların tarihsel hareketleridir. Türkiye’de son dönemde sıkça alıntılanan ve din “halkın afyonudur” tesbitini zayıflatmaya hizmet eden “gerçek sefalete karşı protesto” tanımlamasının devamını da okumak gerekir: “Halkın hayali mutluluğu olarak dinin aşılması, onun gerçek mutluluğunun talep edilmesidir... Dinin eleştirisi, aylası din olan acılar vadisinin eleştirisinin tohumudur.”