Pankart açan, poşu takan, evinde müsvette defterine ders notu hazırlayan ve de eski Genelkurmay Başkanı; bunların hepsi terorist. Bunlar teroristse, Antep’te bomba patlatan, ne?
Terorist kelimesi bir cins isim değil, sıfattır;  şiddete fiilen maruz kalanı değil, bu şiddete tanık olanları dehşete düşürüp yapacağını yapamaz, yazacağını yazamaz, söyleyeceğini söyleyemez hale getirmeye, yıldırıp sindirmeye yönelik olarak tasarlanıp gerçekleştirilmiş eylemin gerek kendisinin, gerekse failinin sıfatı. İnsanları dehşete düşürmeye, yani tedhiş etmeye yönelik herhangi bir eylemden bağımsız olarak ne terörden bahsedilebilir, ne de terorist veya terorizmden.
Cahillikleriyle hainlikleri birbirleri karşısında çarpan etkisi yapan arsız hayasız yaratıklar var: Kabız olsalar  “KCK  –yerine göre de Ergenekon-  bizim kenefi de terorize etti” diye, donlarını bile çekmeden sokağa fırlayacak: Kim ki, konuşurken ya da yazarken kullanmış olduğu ‘terör’ ve türevi terimleri, ‘dehşet/tedhiş/tedhişçi/tedhişçilik’ sözcükleriyle değiştiremiyoruz, bunu yaptık mıydı cümlenin anlamı değişiyor, bozuluyor  veya  cümle tümden anlamsızlaşıyor,  işte bu türden bir yaratıkla karşı karşıyayız demektir.
Terorizm doğrudan doğruya ve de sadece sadece eylemin özellikleri temelinde kullanılabilecek bir kavram olduğuna, yani herhangi bir ideolji veya toplumsal/siyasal proje olmadığına göre, nasıl ki kapital sahibi olmayan birisine kapitalist denemez, insanları terorize/tedhiş etmeye, dehşet içine düşürüp yıldırmaya yönelik  somut bir eylemden bağımsız olarak terör ve terorist kelimeleri kullanılamayacağı gibi herhangi bir siyasal örgüt de ‘terör örgütü’ olarak sınıflandırılamaz. Şöyle de söyleyebiliriz: Terörün örgütlüsü olur ve en başta devletler olmak üzere pek çok örgüt teröre baş vurabilir; ama, nihaî hedefi de, yegane eylem biçimi de terör olan bir örgüt türü yoktur.
‘Terör örgütü’ diye bir şey olamaz; ama, her şeyin özelleştiği ve Erdoğan hükümetinin de hedefleri arasında bulunan ‘piyasa toplumu’nda para/menfaat karşılığı terör üretmek üzere kurulmuş terör şirketleri (Blackwater vb..) vardır ve bu iş kolunun öncüsü de, duayeni de Amerikalılardır.
Yukarıda söyledik: Somut eylemden bağımsız olarak terörden söz edemeyiz. Ancak Türkiye’de bunun tam tersi yapılmaktadır: Önce örgütler Terorist ilan edilip, sonra onların yaptığı her şey –isterse kolonya ikram etmek olsun- terör eylemi, terörle bağıntılı olarak değerlendirilmektedir ki, bu da Orta Çağ Engizisyonu’nun cadı avlarını aratmayan bir yargı despotizmine dayanak olmaktadır.
Yargı despotizmi dedik; ama, karşımıza her ne kadar cüppeli haliyle de çıksa, aslında yaşamakta olduğumuz doğrudan doğruya bir darbe rejimidir. Erdoğan, bizi fiilen bir savaşa sokmuştur, Suriye’yle; ayrıca sınırlarımız içinde yabancı silahlı kuvvetler (Özgür Suriye Ordusu) de barındırtmaktadır: Meclis kararı olmaksızın bunları yapmakla Anayasa’yı askıya almış olmaktadır. Hakan Fidan’ı –tabiî aslında kendisini- kurtarma yasasıyla da, doğrudan kendisine bağlı sorgulanmaz/denetlenmez yapılar oluşturma yetkisini ele geçirmiştir; ki, bu da İttihatçı usulü çeteleşmelere cevaz veren bir düzenlemedir. Erdoğan darbesinin en somut tezahürleri ise, bir milletvekilinin vekilliğini çalıp sekizini de rehin olarak zindanda tutarken geri kalanlarını da Meclis’te tartaklatıp meydanlarda kendi polisine yumruklatmak, gazlatmak, kolunu bacağını kırdırtmaktır.
Kapkaranlık bir vahşet dönemi yaşamaktayız; hiç değilse bunun adını koyalım: Din makyajlı neo-liberal komprador faşizmi.