1,1,1,1, Herkes bilir, sen bilmen mi be

1,1,1,1, Herkes bilir, sen bilmen mi be oğlum. Şifreli neyim varsa hepsi aynıdır" diye bağırdı kasaya Kemal. Ama ilk bağıran kasiyer. Aldıklarımızı kasaya bıraktık, Kemal kredi kartını çıkartıp verdi, sonra "Sen bunları geçir, ben bir de su kapayım" diye koşturdu marketin içine. Kasiyer oğlan "Kemal Abiiiii, senin şifren neydi be?" diye seslendi, akşam alışverişi için dolmuş markete.

Kemal, Kıbrıs Gazeteciler Sendikası (Basın-Sen) Başkanı, dört dörtlük bir adamdır. Dört dörtlük deyişim lafın gelişi değil, gazetecilerin elinden yazıp çizmekten başka bir iş gelmez ya, Kemal'in elinden gelmeyen yoktur. Ver eline arsayı, temelden başlayıp diksin evi, hem de tek başına. Ver bir tarla, zeytin ekip yağını çıkarsın. Herhangi bir alet mi bozuldu, ne götürecen tamirciye, ver Kemal'e onarsın. Bu dünyanın her işinden anlar, ama bir o kadar da "yabancı" bu dünyaya... Kredi kartı şifresini herkesin bilmesi ondan.

"Bak şu ekinlere, Abi" dedi havaalanından köye doğru giderken. (Kıbrıslılar bu "abi"yi yazıldığı gibi okur, "a" kısa ve keskin çıkar ağızlarından: "Abi", öyle bizdeki gibi "ağbi" değil yani. Neyse...) Kemal iyi de bir çiftçidir ya, "Bakşu ekinlere" deyince, kulak kesildim. "Bu sene durum kötü, abi" dedi. "Burada, bu zamanda, bi renoyla girsen ekinlerin içine, renonun tepesi görünürdü ancak. Araba saklayabilirdin yani. Şimdi kimi yerlerde tohum patlamadı bile. Su yok!"

Haydaa... "Suyumuza sahip çıkalım", "40 yılda üç Van gölü kurudu", "Meriç Nehri'nin debisi geçen yıla göre yüzde 85 azaldı", "Konya havzası çöl olacak", "Kişi başına düşen yıllık su miktarı 4 bin metreküpten 1430 metreküpe geriledi" haberlerini okuya okuya gelmişim Türkiye'den, daha Kıbrıs'a ayak basar bazmaz bizim çiftçi Kemal'den "su yok" yakınmasını dinliyorum.

Hani burası Kıbrıs, su zaten yoktu diyeceksiniz, ama öyle değil. Hatırlarsınız, şu meşhur Lokmacı krizi vardı ya... Bu ay başında, oradaki üstgeçit "yıkıldı, yıkılmadı, asker karşı, dünyaya rezil olduk" diye yazıp çizdiğimiz. Şimdi, o kriz çözülmüş gibi görünüyor: Rum tarafının en büyük partisi AKEL'in başkanı Hristofiyas bu tarafa geçip Başbakan Ferdi Sabit Soyer'le görüşmüş. Aynen diğer kapıların açılmasındaki prosedürü uygulayarak, Lokmacı'yı açma konusunda anlaşmışlar. Tabii, anlaşmadan sonra, muhabir arkadaşlar sorular soruyorlar. Başbakan Soyer'in cevabına bakar mısınız: "Şimdi çok laf değil, çok yağmur lazım!" Anlayacağınız, su meselesi Lokmacı krizini de aşmış burada.

Biz yüzmeyi, memlekette, Çanakçı Deresi'nde öğrendik. Çanakçı'ya göletler yapar, o göletlerde henüz yüzme literatürüne girmemiş stiller geliştirirdik. "İt yüzgeci" mesela: başka yerde ne duydum ne gördüm, ellerimizi Hıristiyanların dua ediş şekillerindeki gibi açıp birleştirir, sonra ensemizin arkasına köpek balıklarının sırt yüzgeci gibi geçirir ve kafamız suyun içinde hızla ileri geri hareket ettirir, bu arada ayaklarımızı da alabildiğine su sıçratarak çırpardık. Bu stilin en önemli özelliği, ne kadar çırpınırsanız çırpının fazla ilerle-yememenizdi ve birkaç metrelik göletlerde bize lazım olan da buydu.

Geceleri el ayak çekilip de yataklara girdiğimizde, Çanakçı'nın şarkısı başlardı. Sabah olup da başka sesler onu bastırana kadar dinlerdiniz derenin müziğini.

Artık ne o müzik kaldı, ne "it yüzgeci". Çanakçı ip gibi akıyor şimdi. Sayın bakın, ilkokulda "ülkemizin belli başlı nehirleri" diye okuduklarımızdan kaçı yok oldu!

Doğal Hayatı Koruma Vakfı "Suyumuza Sahip Çıkalım" kampanyası başlattı. Türkiye "su fakiri" bir ülke oluyor diye uyarıyor. Tarımda yüzde 88 oranında "vahşi sulama", kentsel sulamada yüzde 40 oranında kayıp/kaçak, sanayinin her 1 litre atık suyu 8 litre içme suyunu kirletiyor... Uzmanlar birkaç yıl sonra, fazla değil, petrol savaşlarının yerini su savaşlarının alacağını söylüyor!

Suyumuza sahip çıkmaya dönük bir farkın-dalık yaratmak... Bu, şimdi çok şeyden daha önemli. Hiç değilse, diş fırçalarken musluğu kapatarak ve bu arada çocuklarımıza suyun hikâyesini anlatarak başlayabiliriz!