Geçen ha

Geçen hafta bu köşede, gelecek yıl Avrupa Birliği ile ilişkilerin hükümeti sanılandan daha fazla sıkıştıracağından söz etmiştik. Salı gününden bu yana Birgün de dahil olmak üzere birçok gazetenin birinci sayfasında yer alan haberlerde, Almanya-Fransa ikilisinin, koşulları daha da ağırlaştıracağı yazıyordu.

AB'nin iki 'ağabey* üyesinin bu ısrarlı tutumu, Türkiye'nin siyasi istikrarı açısından hayırlı sonuçlar doğurmayacak. İşin ilginç yanı, Başbakan hâlâ "AB kaybeder" diyor. Şaka gibi.

Ama siyasi istikrar bağlamında asıl büyük tehlike başka bir yerde. Yine aynı yazıda, "Cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye'nin yakın geleceği üzerinde önemli sonuçlar doğuracak büyük bir mücadelenin sahnelendiği bir hesaplaşma alanına dönüşecek gibi. Dolayısıyla ayrı bir yazıda tek başına ele almak lazım" demiştik.

• • •

Cumhurbaşkanlığı makamı, Anayasal görev ve yetkileri itibarıyla, hükümet uygulamalarını belli alanlarda frenleyen bir konuma sahip.

Özellikle Sezer'in cumhurbaşkanlığı döneminde hükümeti zorlayan uygulamalar açısından bu yetki ve görevlerin bir kısmına hızla göz atalım:

• Kanunları, kanun hükmünde kararnameleri Meclis'e geri göndermek ya da Anayasa Mahkemesi'ne iptal davası açmak,

• Milli Güvenlik Kurulu'na başkanlık,

• Devlet Denetleme Kurulu'nu seçmek ve görevlendirmek,

• YÖK üyeleri ve üniversite rektörlerini seçmek,

• Anayasa Mahkemesi üyelerini, Danıştay üyelerinin dörtte birini, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı-vekilini, Askerî Yargıtay üyelerini, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyelerini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerini seçmek.

Cumhurbaşkam'nın Devlet Denetleme Kurulu aracılığıyla hükümetin kamu kuruluşlarında dilediğince at oynatmasını engelleme imkânına sahip olması bir yana, daha önemli iki husus yargı ve üniversite atamaları...

• • •

Yirmi yılı aşkın süredir, Türk siyasetinin iki büyük çatışma odağı var: Kürt meselesi ve siyasal İslam. Kürt meselesi, Kuzey Irak'taki gelişmeler dikkate alındığında uzun vadede daha büyük bir sorun potansiyeli barındırmakla birlikte ateşkes nedeniyle şimdilik buzdolabında. Siyasal İslam ise -AKP versiyonu ile-hükümette.

AKP'nin hükümet ettiği süre boyunca en fazla başını ağrıtan kurumların yargı ve üniversite olduğu malum. Bunu şöyle de okuyabiliriz: Politik duruşunu 'cumhuriyetin temel değerlerini korumak' olarak tarif eden devletin çekirdeği için bu iki kurum, aynı zamanda iki büyük mevzi. Bu 'direniş hattı'nın tahkimatında, kuşkusuz cumhurbaşkanlığı kurumunun büyük payı var. Hal böyle olunca, Çankaya mevziinin kaybedilmesi, ardından başka mevzilerin de birer birer düşmesi anlamına gelecek.

Sorun şu: Devletin çekirdeği bunu göze alır mı? Tayyip Erdoğan ya da muadili birinin Çankaya'ya çıkması, hiçbir şey olmamış gibi sineye çekilir mi?

Doğrusu, biraz zor. ABD'nin think-tank kuruluşlarında 2007 yılında Türkiye'de darbe ihtimalinden (yüzde 50) söz ediliyor. Newsweek dergisi bu iddiaya sayfalarında yer veriyor. Basitçe 'şuursuz bir değerlendirme' deyip geçe-meyiz. Bu kuruluşlar, bu yayın organları durup dururken bu değerlendirmeleri yapmaz, yayınlamazlar. Tabii, darbeden sadece bir sabah şafakla birlikte tankların anacaddeleri arşınlamasını anlamak gerekmiyor. 28 Şubat deneyimi, hâlâ çok sıcak.

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye'nin siya-seten gelecek perspektifini belirleyecek bir seçim olacak. Herkes bunun farkında. Ordunun tavrını tahmin etmek zor değil. Sermaye tedirginliğini şimdiden açıkça ifade etti.

AKP'nin önünde iki seçenek var: Ya nihai bir hesaplaşma ya da yeni ve zoraki bir uzlaşma.