Roll dergisinin bu ayki sayısında benimle bir söyleşi yayımlandı. Bruce Springsteen'i yeni albümü vesilesiyle...

Roll dergisinin bu ayki sayısında benimle bir söyleşi yayımlandı.

Bruce Springsteen'i yeni albümü vesilesiyle kapağına taşıyan Roll'dan Derya Bengi, benim bu müzisyene, Springsteen'e olan 30 yıllık sevgimin nedenlerini soruyor, ana tema bu, ama söyleşi sık sık Springsteen'den yola çıkıp "ülkesindeki ana akıma, akıntıya karşı kürek çeken sanatçıların, aydınların, muhaliflerin durum ve tutumu"na dokunuyor, değiyor, değiniyor aynı zamanda. Bu uzun söyleşiden, sorulan sorulara verdiğim bazı cevaplardan alıntılar yapmak istiyorum burada:

"(...) Hele 'Devils and Dust'la birlikte Amerikalıdan çok Avrupalı -hatta Türkiyeli- sanatçıları hatırlatıyor bana. Avrupalı edebiyatçıların bir kısmında var olan bir duygudur bu: Senin ül-kendir, seversin, ayrılamazsın, ama bir yandan da uzak durmak, terk etmek istersin. Kızıl Ordu Fraksiyonu'yla ilgili bir belgeselde ('Deutsch-land im Herbst', 1978), Wolf Biermann'ın bir şarkısı var: 'Hem en çok burada kalmak istiyorum, hem en çok buradan gitmek." Bruce Springsteen'de bu duygu artık daha çok var. Son 'Magic' albümü, bütün müzikal serüveninde bir kopuşun göstergesi. 'Long Walk Home' bir manifesto gibi. Bu şarkıda Amerika'nın artık başka bir ülke olduğunu itiraf ediyor, orada kendini evinde hissetmiyor, 'beni bekleme güzelim, eve giden yol uzun' diyor... (...)"

"(...) Yaşadığı toplumla çok derin bağları olmayan bir sanatçıyla zaten ilgilenemem. Edebiyat ve müzikte anonim bir dil benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Thomas Bernhard ömrü boyunca Avusturya'ya kin kustu, ama günlük hayatında Avusturya milli kıyafetleriyle dolaşır, Most dedikleri bozaya benzer içeceği içer, bir Avusturya köylüsü gibi yaşardı. Ben böyle yazarları seviyorum. 'Hem yerel hem evrensel olmak' bir klişe gibi düşünülür ama bu insanlıkça sınanmış bir gerçekliktir, aksi takdirde suni, plastik bir şey çıkar ortaya: Mesela Jean Michel Jarre, Alan Parsons Project her yerde olabilir!.. Benim için Bruce Springsteen'i dinlemek, Amerika'nın öngördüğü dünyaya, Amerika'nın önerdiği yaşam biçimine tepkiyi ve eleştiriyi güçlendiren bir şey. Bruce Springsteen dinle-meseydim, elbette bir sosyalist olduğum için yine Amerikan emperyalizmine ve kapitalizme karşı olacaktım, ama kapitalizmin insanı nasıl tükettiğini Bruce Springsteen kadar iyi anlatan yok ve tam de bunu anlatması için çok Amerikalı olması lazım... (...)"

"(...) Türkiye'de müzik dışarıdan bir yerden seyredilecek bir şey gibi algılanıyor. Halbuki Bruce Springsteen müziği, içine girmen gereken mekânsal bir şey. Seyirlik değil, emek isteyen bir müzik. O hikâyedeki insanlarla, o hikâyelere eşlik eden müzikle sıkı bağlar kurman gerekir. Sahnede onun yaptığı ağır işçiliğe benzer bir ağır işçiliği dinleyiciden de bekliyor. Müziği karmaşık olmasa da, yarattığı dünyayı, kurduğu sistemi taşıyabilmek çok kolay değil. Türkiye'de çoğu insanın hayatına tekabül etmiyor. Buradaki insanlar ülkelerine onun gibi bakmaz. (...) Kendi ülkesini sevmeyen ve kendi ülkesiyle acılı bir aşk ilişkisi içinde olmayan insanlar kolay kolay Bruce Springsteen'le ilişki kuramaz bence."

Evet, ben bu "ülkeyle kurulan acılı aşk ilişkisi" konusuna epey önce BirGün'de yayımlanan bir yazımda da değinmiştim. Değinmekten öte yazı bu konu üzerineydi ve bu yazıyı daha sonra "Ben Onlardan Biriyim" kitabıma da aldım.

"Kendi halkınızı hayatta kaç kez seversiniz?" başlıklı bu yazıdan da alıntı yapmak istiyorum şimdi:"(...) İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru epeydir sürgünde olduğu Fransa'da yazmaya başladığı 'Ein Zeitalter wird besichtigt (Bir çağ seyrediliyor)' adlı yapıtında Heinrich Mann, entelektüeller için evrensel geçerliliği olabilecek, olan şu saptamada bulunuyor: 'Bir halk her zaman sevmeye değer değildir. Onu sayılı anlarda sevebilmek bile yeteri kadar çoktur.' Tabii, bu kendi halkını, kendi toplumunu bazen ya da sıklıkla sevememe, sevmeme, sevmeye değer görmeme durumu, onu, toplumumuzu anlamamıza engel değil. Anlayıp sevilmeye değer olmayacak hale gelmesine, gelmiş olmasına üzülmemize de. Bugün işte Türkiye toplumu (yine) böyle bir durumda.(...)"

Bu yazıyı da şöyle bitirmişim: "Bir gün böyle bir toplumda, bizi şaşırtıp üzmeyecek yetişkin bir toplumda yaşama umuduyla 'en çok isteyerek buradayız.' Hepimiz. 'En çok buradan gitmeyi istememize rağmen.' Çünkü en çok bu toplumda yaşadığımız için, belki de en çok bu toplumun sevilmeye değer hallerini de görmüşüzdür."

Bu, benim sık sık dönüp üzerine düşündüğüm, yazdığım bir ikilemdir yani.