Dünyanın bir yerlerinde savaşlar can almaya devam ediyorsa hiç birimiz masum değiliz demektir.

Dünyanın bir yerlerinde savaşlar can almaya devam ediyorsa hiç birimiz masum değiliz demektir. Vicdanlarımızı örseleyen nefret, her geçen gün daha fazla güçlenerek kendine nedenler buluyorsa suçluyuzdur.

Batılı bir çocuk gördüğümüzde yüzümüze bir sevecenlik, yüzü toza kesmiş Afgan bir çocuk gördüğümüzde yüzümüze bir ekşime yerleşiyorsa eğer, savaşların tohumladığı düşüncelerin kurbanıyız demektir.

Tapınmaya yönlendirilmiş duygularımızın bel kemiğini oluşturan milliyetçilik, sadece savaşlarda kullanılan bir piyon ajitasyonundan başka bir şey değildir.

Ayrımcılığı seçkinlik sanan jöleli hayatların, sosyal üretim bozukluklarını olması gerekenmiş gibi sunmalarına tümden kabul veren sistemler, barışı nasıl hazmedebilir, nasıl hissedebilir acıların varlığını?

İşte bu yüzden uzuvlarını mayın tarlalarında kaybetmiş çocukların takma kol ve bacaklarla dünyayı adımlamaya çalışmaları, kendi  hayallerimizin içinde bir yer teşkil etmiyor.

Dünyanın az gelişmiş ülkelerinin değersiz çocukları onlar…

Savaşların onarımsız kalıntıları belki biraz…

Kendi kaderlerine tecrit edilmişlikleri ve göz önünden uzaklaştırılarak hiç yaşamamış ve hiç yaşanmamış gibi yapılmalarına fitiz aslında.

Şehirlere yağan bombaların gece görüntüsünü seyirlik bir eğlenceyle seyrettiğimiz saatlerde, şarapnel parçalarının paramparça ettiği insanlar sanal seyrimizin içinde kaç kare yer kaplar ki…

Bir babanın, çocuğunun parçalanmış cesedini kameraların merceğine sokmak için çabalaması, nasıl bir çaresizliğin ve kimsesizliğin yansımasıdır hiç düşündük mü?

Tüm bunlar olup biterken milyonları yok edecek gücü bir atom çekirdeğine, iki dudakları ve banka kasaları arasına sıkıştıranların, dünya barışının askerleri olduklarına inanmışlığımız nasıl bir soğuk savaş espirisidir.

Sahi, Barış kelimesinin hayatımızda ki ağırlığı kaç gramdır?

Savaşı kahraman ve barışı terörist ilan eden kötü ruhun aramızda bu kadar rahat dolaşmasına ne demeli?

Eğer barışı savunmayı seçmişseniz kendinizi tek başınıza bir yalnızlık türküsü söylüyormuş gibi hissedersiniz. Sonra başka sokaklardan da türküler söyleyen birilerinin seslerini duymaya başlarsınız. Yalnızlığınız yerini var olanların çokluğuna bırakır kendini. Sonra onları aramaya başlarsınız.

İşte Türkiye de ve Avrupa da Barış Meclisleri adı altında avuç avuç çoğalanların varlığı bir nebze de olsa su serpiyor insanın içine. Barışın sesini duyurabilmek adına yola çıkanların, bedeli fazlasıyla ödenmiş gerçek yaşam hikayeleri artık birbirini teğet geçmiyor. Barış havuzuna akan aktivistler seslerini duyurabilmek, savaşın gerçek yüzünü anlatabilmek adına çabalıyorlar.2008 yılında yolculuklarına “Barışın dilini konuşmak ve  barışa katkıda bulunabilmek için bir araya geldik” diyerek başlayan Barış Meclisi, bugün dünyanın tüm çatışmalı bölgelerini kapsayan bir alanda bu dili çoğaltabilmek için uğraşıyor.

Savaşların bu kadar rahat yürütülmesinin bir sebebinin de barışın örgütsüzlüğü olduğunu düşününce bunun gibi çabalar daha da anlamlı hale geliyor.