Türkiye’de, öyle uzun bir zaman diliminde değil, son üç hafta içinde yaşananlar gerçekten anlamlıdır ve kritik bir uğrağa işaret etmektedir.

Bu gelişmelerden, eski Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un tutuklanmasını ayrı bir yere koymak gerekir: Asıl yörüngeyi kamufle etmeye ve “vesayetle hesaplaşma sürüyor” havasını korumaya yönelik bir tasarruftur. Bir de,  “bakalım ne ses çıkacak?” merakının dürtüklediği bir tür yoklamadan söz edilebilir.  Bu kadardır. Dolayısıyla, liberal takımın “tamam, işte bu!” sesi çıkaran sevinç naraları tamamen boştur, boşluktadır. 

O zaman asıl yörüngeyi ortaya koyan gelişmeler nelerdir?

Sırasıyla, önce Uludere katliamı, sonra Denktaş’ın ölümü üzerine sergilenen duruşlar ve nihayet Hrant Dink davasındaki mahkeme kararıdır.  Hepsi, buram buram “devletlûluk” kokmaktadır. AKP iktidarı, devletlûlukta tek parti dönemi dahil önceki iktidarları aratmayacağını ayan beyan ortaya koymuştur. Uludere katliamı ertesindeki tutumuyla, Mustafa Muğlalı’yı da, İsmet İnönü’yü de zımnen aklamıştır. Denktaş’ın ölümünün ardından, devletlû Kıbrıs politikalarına hulus çakmış, bir dönemki “takoz” nitelemesini yalayıp yutmuştur. Son örnekte ise, “ben devlet olarak bürokratımı yedirtmem; ‘derin devlet”, benim hedef gösterip uğraştığım kadarıyla vardır” demiştir.

Bir kesim diyecektir ki, “iyi gidiyorlardı, sonra asıl çizgilerinden saptılar, gerilediler.”

Sahiden böyle midir?

Aslında ortada gerçekten bir “bükülme noktası” vardır; ancak bu nokta, yükselen bir eğrinin artık aşağıya doğru kavislendiği nokta değildir. Başka türlü bir bükülme noktasıdır. Matematikte olduğu gibi: Eğri, gene yükselmektedir; ancak bu yükseliş bükülme noktasına kadar “yukarıya içbükey” iken, bu noktadan sonra “aşağıya içbükey” seyretmektedir. Matematiğin AKP siyasetine tercümesi ise şöyledir: AKP iktidarı, geleneksel devlet çizgisinin kendisine mesafeli veya ters duran unsurlarını etkisizleştirdikten sonra, şimdi aynı çizgiyi kendi has aktörleriyle sürdürmektedir.

***

Yukarıda anlatılanlar, önümüzdeki dönemin siyasal gelişmeleri açısından mutlaka dikkate alınması gereken kimi hassas noktalara da işaret etmektedir.

Birincisi: AKP yandaşı liberalleri boş verelim, bunları geçelim; bu ülkede bir de, henüz bükülme noktasının farkına varamamış, iktidarın bir dönemki “yukarıya içbükey” çizgisinin etkilerinden hâlâ kurtulamamış, ancak  “AKP yandaşı” da denemeyecek kesimler vardır. Uludere katliamı sonrası sergilenen tutuma ve Hrant Dink kararına “şaşırmaları”, eğer gerçekten şaşkın değillerse, bu etkiyi ve beklenti düzeylerinin henüz yüksek olduğunu göstermektedir. Kimi “jestlere” tav olmaları;   Başbuğun tutukluluğuyla, “12 Eylül’den hesap sorma” yaveleriyle avutulmaları ve nihayet bir de cuşa gelip  “yeni anayasa tartışmaları” dönemine balıklama dalmaları mümkündür.

AKP yandaşı liberaller ayrı; ama bu kesimlerin “kibarca” ve “dostça” uyarılmaları yerinde olacaktır.

İkincisi: Bu ülkenin solu, sosyalistleri, AKP eğrisinin “yukarıya içbükey” döneminde nispeten unutulmuş,  pek fazla önemsenmez durumdaydılar. Bunun tek nedeni “etkisizlikleri” veya “marjinallikleri” değil, aynı zamanda yukarıya içbükey dönemin daha öncelikli başka hasımlarla meşgul olmasıydı. Aynı durumun, aşağıya içbükey dönemde de süreceğini beklemek fazla ihtiyatsızlık olacaktır.

Neticede, “geleneksel devletlû çizgi” dedik; bu çizginin sol, sosyalizm düşmanı reflekslerini, bu reflekslerin yerine göre histeri biçimini de alabileceğini tarihten biliyor olmamız gerekir.

Kapitalizm, çoğu kez ileri sürülenin aksine, zaten tarihsel olarak hep devletlû bir yan taşımıştır. Türkiye kapitalizmi daha fazla böyledir. İçinde bulunduğumuz son küresel kriz dönemi, devletlû çizgiyi tüm dünyada daha da kalınlaştırmıştır. Şimdi, bu genel tabloya “aşağıya içbükey” dönemine geçmiş bir AKP iktidarını yerleştirirsek, tartışmalı olan tek husus, Türkiye için devletlûluğun karesinin mi yoksa küpünün mü alınmasının daha yerinde olacağıdır.