Geçtiğimiz hafta iki tane ulusal maç oynadık. Cumartesi, çarşamba rakibimiz İspanya’ ydı...

Geçtiğimiz hafta iki tane ulusal maç oynadık. Cumartesi, çarşamba rakibimiz İspanya’ ydı. Her ikisini de kaybettik. Bu kayıplar belki de 2010 Dünya Kupası Finallerinin kapısını kapattı. Ama olsun 2012 Avrupa, 2014 yine Dünya, 2016 Avrupa, 2020 Dünya  Şampiyonaları var... Bu kronoloji uzar gider, gider de umutlar hiç bitmez... Futbol insan yaşamına girdiğinden beri...

Şimdi, İspanya maçları öncesi ve sonrasında yaşananlara bir göz atalım:

Gözleyebildiğimiz ilk hata, Ulusal Takım  sponsorları ve medyanın basit bir spor olayını ulusal varlık ya da yokluk noktasına çekmesiydi. Yapılan yayınlar ve çekilen reklam filmleri üst düzeyde bir kompleksi dile getiriyordu. “Dünya büyükse, bizde büyüğüz”  “akrep gibi amansız olmalıyız”  türü sloganlar bu tezi kanıtlar cinstendi.

Medya da yine her zamanki gibi çok çok eskilere gidip, 1954’te İspanya’yı nasıl 1-0 yendiğimizden dem vuruyordu.

Ve, bunların hepsi o kahrolası “motivasyon” denilen fakat “gaza getirmek”ten başka bir işe yaramayan uygulama için yapılıyordu. Sonuçta da hep hüsranla karşılaşılıyor, gaz hep içimizde kalıyordu.  Tıpkı yıllardır olduğu gibi.
İkinci büyük hata Teknik  Direktör Fatih Terim’ den odaklanıyordu.

A’DAN Z’YE YANLIŞTI
Bu maçlar için oluşturulan kadro a dan z’ye  yanlıştı. Takımımızın  belirli bir taktiksel anlayışı yoktu. Zaten hiç olmamıştı. Oynanan oyun tipik bir gazozuna yapılan mahalle maçını andırıyordu.  Seçilen futbolcuların teknik becerileri ve fiziksel yeterlilikleri İspanyollarla baş edebilecek düzeyde değildi. Yanlış adamlar yanlış yerlerde oynatılıyordu. Mehmet Aurelio forma giyerken, Mert Nobre, Gökçek Vederson gibi isimler neden düşünülmüyordu. Kısacası her iki maçta baştan aşağıya “kenar yönetim” hatası kokuyordu.
Maçın Ali Sami Yen Stadyumu’nda oynanması da bizce hataydı. Her ne kadar Türkiye Futbol Federasyonu ile Galatasaray Kulübü arasındaki sert havayı yumuşatabilmek için bu stat seçildiyse de bu amaca da ulaşıldığı pek söylenemez.

NE DEĞİŞECEKTİ Kİ?
Her iki maçı da kaybettik.Ne değişti?   Her iki maçı da kazanabilirdik. O zaman ne değişirdi. Türkiye bir anda dünyalar kadar büyük mü olurdu? Kaybedince miniminnacık mı olduk?  Dış borcumuz mu azaldı?

Kişi başı ulusal gelir 50.000 dolarlara mı çıktı? Türkiye de tüm sorunlar çözüldü mü? İşsizlik derdi kalmadı mı?

Türkiye de kitap okuma oranı  yüzde ellilere mi yükseldi? Eğitim, sağlık, ulaşım sorunları mı halledildi? Bu soruları uzatıp gidebiliriz.Ama, yanıtlar hep aynı olur. Önemli olan işlerin doğru ve bilimsel bir ortamda yapılabilmesini sağlamaktır.

Bir maçı Ulusal anlamda varlık ve yokluk noktasına taşımamalıyız.

Bir futbol maçı için gerekli tüm donanımları kullanabilmeliyiz. Kapasitemizi ve haddimizi aşmamalıyız.. Kazanmanın veya kaybetmenin ölçüyle olmadığını kabul etmeliyiz.

Bu ülkede her şey doğru yapılmaya başlarsa eminim futbolda doğru oynanmaya başlayacaktır.

Yeter ki  feodal yaklaşımları bir kenara bırakıp, bilimselliğe ve doğruya yelken açabilelim...