Bir Cumhuriyet Bayramı daha bütün yurt ve yavru vata

Bir Cumhuriyet Bayramı daha bütün yurt ve yavru vatan Kıbrıs'ta coşkuyla (bu kez dört gün dört gece) kutlandı.

Bütün bu kırmızı beyaz atmosferin içinde biraz biraz da 'Cumhuriyetimizin' bugününü tartışmaya çalışanlar oldu. Çoğunlukla Cumhuriyet ve demokrasinin ne kadar önemli bir kazanım olduğu konusunda ortaklaşıldı ve bu ortaklaşma haline katılım kutsandı.

'Cumhuriyet ve demokrasi'. O kadar çok birlikte kullanılır ki, bu iki kavram hepimize doğal, ayrılmaz bir bütün gibi gelir. Oysa birçok önka-bulümüz gibi bu da pek doğru değil.

Zorunlu eğitimin Napolyon Fransa'sında devrim sonrası kabul edilmesi tesadüf değildi. Zorunlu eğitim ve askerlik, kurulan cumhuriyetin korunması ve devam ettirilmesi gücünü belli bir azınlığın tahakkümünden kurtardığı gibi bir başka şeye daha hizmet ediyordu; cumhuriyetin ortaklarından 'vatandaşın' zihninde cumhuriyetin gerekli, elzem ve daima olduğunun yeniden yeniden üretilmesine.

Cumhuriyet, burjuvazinin eseriydi. Ve rejimin zeminini, büyük toprak sahibinin soyundan gelen kutsal güç anlayışından ayırmayı hedefliyordu. Fransız devrimi sırasında, 1789'da yayımlanan 'İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesine' bakıldığında, belgenin soylulara imtiyaz tanıyan hi-yerarşik topluma karşı olmakla birlikte, demokratik ve eşitlikçi toplumdan yana olmadığını görülür. Devrimin öncüleri için Temsilciler Mecli-si'nin demokratik olarak seçilmesi ise pek de önemli değildi.

Oy hakkının bütün vatandaşlar için eşit olarak kullanılan doğal bir hak olarak kabul edilmesi, 19. yüzyılda işçi sınıfının yükselen gücüne karşı verilen bir taviz olarak yaygınlaştı.

Marx'm yüzyılın ortasında işçi sınıfı örgütlenmelerine ve sosyalist partilere yönelttiği en önemli eleştirilerden birisinin, genel oy hakkı mücadelesine verdikleri aşırı ağırlık olması tesadüf değil. 1870 ile 1914 arısında genel oy hakkı Avrupa'nın neredeyse tamamında kabul edildi (kadınlara yönelik kısıtlamalar da 20. yüzyılın başından itibaren kalkmaya başladı). Bu yaygınlaşmada şüphesiz 1871 Paris Komünü'nün burjuvazi üzerinde yarattığı dehşetin etkisi büyüktü.

Demokratik alanın kurumsallaşması ve genişlemesi yüzyıllık sınıf mücadelesinin eseriydi.

Ülkemizde ise Cumhuriyet'in kurucu elitleri Fransız devriminin temel görüşlerini içtenlikle benimsemişlerdi. Bilime, Meclis'e ve demokrasiye bir ideal olarak inanıyorlardı. Ama genel oy hakkının tanınması konusuna pek acele etmediler. Tek parti dönemi boyunca dört yılda bir yapılan genel seçimler biçimseldi. Meclis'teki sandalyeler için adaylar, parti genel başkanı ve genel sekreter tarafından belirleniyor. Parti kongresi bunları onaylıyordu.

Bunu değiştiren müdahale ise içeriden değil dışarıdan geldi, İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya kapitalist sistemini yeniden organize eden ABD'yle entegrasyon sürecine giren Türkiye, 1947'de IMF'ye üyelik için başvurdu. İnönü hükümeti liberal serbest piyasa ekonomisine geçiş kararı aldı. Genel oy hakkı da bu sürecin ve entegrasyonun parçası idi.

Bu süreçle birlikte Cumhuriyet elitlerinin uzak tuttuğu birçok sınıf ve sosyal grup, siyaset alanının parçası olmaya başladı.

CHP lideri Deniz Baykal'ın bütün Cumhuriyet tarihini Atatürk devrimlerinin içselleştirilme süreci olarak tanımlaması, Cumhurbaşkanı Sezer ve askerlerin, Cumhuriyetin atanmışlar tarafından korunup kollanacağı vurgusu, elitlerin, avamın siyaset alanını işgali sırasında duyduğu o büyük korkuyu yansıtır. Rejimin temel niteliklerinden birisi bu yüzden medeni olmayanlara karşı takılan patemalizmdir; ve dün medeni olmayanlara karşı bugün irticacılara karşı yeniden yeniden üretilir.

***

Ülkemizde de demokrasiye ve özgürlüklerin kökleşmesine sebep olabilecek sınıf mücadeleleri yaşandı. Fakat bu mücadeleler tepeden inme darbelerle sürekli olarak kesildi. Birkaç kuşak kırıldı ve siyasetin dışına itildi.

Rejim sahipleri şimdi kuruluşunun üzerinden 80 küsur yıl geçmesine rağmen Cumhuriyet'i koruyup kollayanların azınlık olarak kaldıklarını hissediyorsa, bu büyük ölçüde, Cumhuriyet ideallerine kendi meşrebince inanan Cumhuriyet çocuklarının Cumhuriyet'in sahipleri tarafından kırılmasının, dışlanmasının ürünüdür.

Rejimi koruma adına yapılan sürekli dışlama ve ayıklama bugün rejim krizinin tam anlamıyla kronikleşmesinin esas nedenidir. Artık Cumhuriyet paradigması içine alınmamış kimlik ve düşünceler büyük toplumsal güçler olarak karşımıza çıkıyor.

Elitlerin çok sevdiği "Cumhuriyet Türkiye'yi Türkiye'den yönetmektir" lafına rağmen yukarıda da belirttiğim gibi ülkemizde önemli değişimlerin dış müdahale ile gerçekleşebilmesi bir gelenektir. Şimdi de AB süreci aynı rolü oynuyor. Ama bu sefer rejimin sahiplerine, şimdiye kadar dışladıklarınıza da yer açın, böyle devam edemezsiniz diyerek.

Velhasıl yumurta kapıya dayandı. Cumhuriyet ile demokrasinin yeni bir mutabakatına ihtiyaç var; Kürtlerin, Alevilerin (ve diğer farklı inanışların), demokratik kitle örgütlerinin, kadınların, sendikaların, ve T.C imgesinden tüm dışlananları da kapsayan bir mutabakata. Ya da daha kısa ifadesi ile özgürlükçü bir Anayasa'ya.