İzmir’den, Çeşme yarımadasına doğru yola çıktığınızda solda yeşil sağda mavi belirir. Dağın ve denizin arasından, merakla gidersiniz. Bir çıkıntı gibi duran yarımadanın sonuna doğru...

İzmir’den, Çeşme yarımadasına doğru yola çıktığınızda solda yeşil sağda mavi belirir. Dağın ve denizin arasından, merakla gidersiniz. Bir çıkıntı gibi duran yarımadanın sonuna doğru yaklaştıkça rüzgâr hissedilir. Yolun nereye gittiği pek kestirilemez. Kıvrımların bitmeyeceğini düşündüğünüz bir anda, karşınıza yel değirmenleri çıkar. Araç, mor akşamüstüne doğru kıvrılır, Alaçatı’ya ulaşırsınız. Masalsı denebilecek, gerçekle-gerçek dışı arasında bir salınım başlar…

Antik Çağda adı "Agrilia" olan Alaçatı, Batı Anadolu tarihinde "İonia" diye adlandırılan, İzmir’in güneyinden başlayıp Menderes Irmağına kadar uzanan bölgenin tam merkezinde yer alır. Truva Savaşından sonra, bölgede (MÖ.XI.yy.)kurulan Erythrai, İonia’da yunan kentidir. Erythrai’nin, Giritliler’le Pamphylia’lar tarafından kurulduğu bilinir. Heredot, İonia hakkında şöyle yazar: "İon’lar kentlerini bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır. Ne daha kuzeydeki bölgeler, ne de daha güneyde kalanlar İonia ile bir tutulabilir, hatta ne doğusu, ne batısı; kimisi soğuk ve ıslak, kimisi sıcak ve kurak olur."

Mitoslarda, Erythrai, Sbylla’nin doğduğu kent olarak tanınır. Babası ölümlü, annesi ise Nympha(peri) olan Sbylla’ya tanrı, ilham ve kehanet gücünü bağışlar. Nympha Sbylla’yi doğar doğmaz kâhinliğe başlatır, ağzından dökülen laflar da dize halinde, Apollon Tapınağı’na adanır. Efsaneye göre Sbylla her birisi 110 yıl tutan dokuz insan ömrü yaşar.

Bölgeye adını da veren diğer bir mit ise; Alaca atın efsanesidir. Uzun yelesinin rüzgâra kafa tuttuğu, yarışların yenilmez atıymış, Alaca at. Hep denize karşı şaha kalkarmış. Ve bir gün şahlandığı denizin sonsuzluğuna koşmuş. Kara gözlü uzun saçlı Alaca kız, bağlarda üzüm toplar şarkı söylermiş aşkına, onun hüzünlü sesini dinleyenleri üzer gözyaşı dökermiş. Aşkını denizin kıyısında beklemeye başlamış bir süre sonra o da denizin karanlığında kaybolmuş. Ayın parlak olduğu zamanlarda denizde kaybolanlar çıkar dans edermiş…

Üzüm bağlarıyla çevrili yarımadanın, 19.yy’ın sonlarına kadar, geçim kaynağı bağcılık ve elde edilen şaraptan sağlanmış. Çeşme, Köste, Çiftlik, Ovacık vs. ile birlikte 45 bin kişi yaşadığı yarımadada, nüfusun 40 bini Rum geriye kalan beş binin Türkler olduğu bilinir.

İonia’nın bu gizemli kenti, ihtişamını 20.yy. ilk çeyreğine kadar sürdürür, ardından gerçekleşen mübadele ve göçler çehresini değiştirmeye başlar. Rum nüfus giderek azalır. İonia’dan geriye, mimari harikası taş evler, Arnavut kaldırımlar kalır… Önce üzüm bağları sökülür yerine tütün ekilir ki bu coğrafyanın bünyesine terstir. Bir dönem, coğrafyamızın genelinde yaşanan, adaptasyon zorluğu ve zorunluluğu Alaçatı’da baş gösterir. Tütünün beklenen randımanı verememesi, halkı balıkçılık ve esnaflığa iter. Giderek ıssızlaşan, ekonomik gücünü yitiren belde, unutulmaya yüz tutar.

İonia’ya, kentinin, akropolünden, Amphora üretimi yapan önemli bir merkez oluşundan, MÖ. VII ve VI. yy’dan kalma çanak, çömlek, taş ve topraktan figürler bulunuşundan hareket ederek, dönüştürmeye çalışmalıyız Alaçatı’yı.