İktidarın alt gelir gruplarından aldığı destek konusunda, bir süre kafa yorulduktan sonra, açıklama bulunmuştu; yoksulluk yardımları.

İktidarın alt gelir gruplarından aldığı destek konusunda, bir süre kafa yorulduktan sonra, açıklama bulunmuştu; yoksulluk yardımları. Bu açıklama biçimi beni tam ikna etmese de, ekonomik kriz karşısında bunalan alt gelir gruplarının umarsız durumu karşısında, evlere dağıtımı yapılan kömür ve yiyecek paketlerinin, belli aralıklarla valilikler eliyle ceplere konan nakit yardımlarının bu kesimin siyasal davranışlarını etkilediği konusunda şüphem yok.
Bu mantıkla bakınca, şimdi bir başka soruyla karşı karşıyayız. Oldukça maharetli bir biçimde karşımıza çıkarılan referandum sürecinde, iktidarın Anayasa değişikliği paketine destek vereceğini ilan eden liberal-sol çevrelerin tutumunu nasıl açıklayacağız. 12 Eylül askeri rejiminin gerçek mağdurlarının bir bölümünün hesaplaşma mantığıyla içine düştükleri yanılgı dışarıda bırakılırsa, sol liberal çevrelerin referandum konusunda iktidara sağladıkları destek açıklama bekliyor.
Soru şu; yoksullara yiyecek paketi gönderen iktidarın bu kesimlere gönderdiği pakette ne var? Bu kesimin büyük çoğunluğunun orta-üst gelir grubuna dâhil kent-soylu olduğu düşünülünce, gönderilen pakette kömür ya da makarna olmadığını baştan söyleyebiliriz. Peki, ama o zaman iktidarın sol-liberal çevrelere uzattığı pakette bu derece akıl çelici olan nedir?
Bence bu cephenin içinden konuşan bir akademisyenin köşe yazısı bu konuda önemli ipuçları sağlaması nedeniyle uzunca bir alıntı yapmaya değer;
“ ‘Evet’ diyenler de aslında bir koalisyon. AKP’lilerin ve dindarların yanı sıra, siyasal hayatın dinozorlarının ele geçirdiği DP’den kopan demokratların, ‘yeni sol’ partiler olarak DSİP ve EDP’nin dahil olduğu bir koalisyon. Bu koalisyon ise ‘siyaset yapmak’; askeri vesayet ve onun uzantılarının getirdiği tıkanmışlığa karşı siyasetin kanallarını açmayı umut ediyor. Onlara göre bu Anayasa paketi sadece bir adım; daha ileri adımlar için bir aşama teşkil ediyor. Bu kanadın içinde net bir şekilde “yetmez ama evet” diyenlerin en önemli özellikleri ise tevazu ve özgüven... Yani bir yandan toplumsal değişimin önünü açacak olan bu Anayasa değişikliklerinin yetersiz olduğunu biliyor, ancak en ideal Anayasa’yı yapabilmek için gereken güce sahip olmadığını, o güce sahip olsa bile, hiçbir zaman ‘mükemmel Anayasa’yı yapamayacağını, bu ‘mükemmel’e yakın bir Anayasa’yı yapmak için ise tek başına olmadığını biliyor. Ancak, diğer yandan, bu yolda yürürken, siyaset yapma kapasitesine, sahip olduğu fikirlere, hayaline güveniyor. Toplumsal hayatta, siyasete dahil olmak, içeri girerek aktör olmak istiyor. Bu tavır, devletin tepesindeki kendini dokunulmaz kılmış, her şeyi kontrol eden, gözetleyen ancak denetlenmeyi reddeden kastın ve seçkinciliğin kibrinin kırılması için ‘adım atmak’ ve “siyasete evet” demek anlamına geliyor” (Ferhat Kentel, Taraf Gazetesi, 14 Temmuz 2010).
Kanımca, yukarıdaki satırlar, sol liberal çevrelerin iktidarsızlık sorununu içerden tanımladığı ölçüde, samimi bir itiraf niteliğinde. Anlaşılan o ki, sol liberal çevreler uzunca bir süredir mustarip oldukları iktidarsızlık sorununa referandumun bir viagra etkisi yapmasını bekliyor. İktidar oyununa dâhil olmak, aktör olmak istiyor. İktidar sahibi olmanın yolunun iktidar cephesine katılmaktan geçtiğini düşünüyor. Ancak bu oyunda başrollere soyunacak bir gücü kendinde bulamıyor. Yardımcı oyuncu rolünü iyi bir başlangıç olarak görüyor. Bu süreçte ortak düşman da hazır; devletin tepesinde kendini dokunulmaz kılmış, herşeyi kontrol eden, kast.
Ancak bu cephesinin aktörlerine, konumlanışlarına ve bu konumlanışın gerisindeki mantığa dikkatli bakınca, ortaya çıkan traji-komik sayılabilecek bir durumu görmemek mümkün değil. Durum traji komik, çünkü evet cephesinin dogmatik kökenden gelen iktidar partisi ve çevresi oldukça diyalektik sayılabilecek bir konumlanış içindeyken, daha diyalektik bir bakışa sahip olması gereken liberal-sol çevreler siyasete oldukça dogmatik bir çerçeveden bakıyor.
İktidar çevreleri oldukça akılcı biçimde yürüttükleri hegemonya mücadelesinde önüne çıkan engelleri oldukça maharetli biçimde bertaraf edip, devletin en tepesinden başlayarak kendi kastlarını oluşturuyor; bunu görmek için üniversitelerdeki rektör atamalarına bakmak yeterli. Aynı strateji orduya, yüksek yargıya yapılan atamalarda da kendini açık biçimde gösteriyor.
Ancak dogmatikliğin esiri haline gelmiş liberal solun bunu görebilecek hali yok. Kentel’in bilinçli ya da bilinçsiz biçimde dile getirdiği bir boyut önemli; liberal sol uzun süredir toplumsal hayatta, siyasete dahil olabilen bir aktör değil. Kafalarında bir yerlerde, bir zamanlardan kalmış dogmatik bir demokrasi projesi ve bu projenin karşıtı olarak tanımladıkları soyut bir devlet kastı var. O derece iktidar ilişkilerinin dışında kalmış durumdalar ki, bu kastın önemli bir değişim geçirdiğini, devletin tepesinde kendini dokunulmaz kılmış, her şeyi kontrol eden, gözetleyen ancak denetlenmeyi reddeden kastın, artık büyük ölçüde destek verdikleri iktidar çevreleri tarafından temsil edildiğini kavrayamıyorlar. O derece dağılmış durumdalar ki, seçkinci kibrini görmek için, Başbakan’ın sıradan vatandaşa, meslek odalarına ve rakiplerine yönelik tavırlarına bakmayı bile beceremiyorlar.
Önce iktidar alanının dışında bu derece kalmak, sonrasında iktidara bu derece yakın olmak! Önümüzdeki referandum sandığında kaybedeceklerden biri şimdiden bell oldu!