Yeşillikler içinde sokaklarda pedal çevirirsiniz. Bir süre sonra bisikletin hantallığına da alışırsınız. Zaman zaman arkanızda sizi izleyen bir çift meraklı göz olduğunu düşünür, hem tedirgin, hem de mutlu olursunuz.

Loş, kısa ve dar koridordan yürürken aklınızda sokakta park ettiğiniz otel bisikleti var. Neyse ki iki güzel kız karşı yönden geliyor ve kırk yıldır tanıyorlarmış gibi samimi bir selam veriyorlar. Akıl bisikletten hemen kayıp daha anlamlı bir soruya kayıyor: Acaba lezbiyenler mi? Değiller mi?

Koca salona giriyorsun. Bir köşede sırt çantaları ve uyku tulumları yığılmış. Gitgide artan kalabalığın arasına karışıyorsun. Tanıyor olmana imkan olmayan ama her nedense tanıdık gibi gelen birkaç kişiyle selamlaşıyorsun. Kaşla göz arasında birileriyle konuşurken buluyorsun kendini. İçkiler içiliyor, kahkahalar atılıyor.

Şimdi salonda yaklaşık iki yüz kişi var. Yarıdan biraz fazlası kadınlar. Müziğin volümü artıyor ve ilk çift orta alanda dans etmeye başlıyor. Derken bir başkası, sonra bir başkası. Gerona’lı bir belediye işçisi olduğunu az sonra öğreneceğin bir kadın elini tutuyor ve seni dans pistine çekiyor. Her ezik Türk vatandaşı gibi, birilerinin seni izlediği duygusuna kapılıyorsun ama bu kısa sürüyor.

Burası El Corte ve günlerden cuma. Üç gün sürecek tango maratonu başladı. Birbirini hiç tanımayan iki yüz kişilik  bir grup burada üç gün boyunca dans edecek, herkese başarılar. Giriş ücreti 50 euro. Uyku tulumunu getirdiysen duşunu alıp bir kenarda uyuyabilirsin. Gündüz dışarı çıkıp dolaşmak adettendir ama akşam olunca salona dönmeli ve sabaha kadar dans etmelisin.

Mikrofon Doğan Eşlik’te: “Bizi insanlıktan çıkarmışlardı. Vurduğumuz, işkence ettiğimiz kişiler hakkını helal etsin. Mesela Oğuzhan Müftüoğlu, Melih Pekdemir…”

Doğan Eşlik bir işkenceci. Bu açıklamaları Zaman Gazetesi’nde yayınlandı. Otuz yıl sonra birden bire bu gazetede yer bulmasının nedeni,  12 Eylül referandumundan sonra sıranın yeni bir aşamaya gelmesi. Bu yeni aşama için kamuoyunda duyarlılık oluşturmak gerek, Zaman o zaman.

Eşlik şöyle bir şey söyleyebilir mi acaba: “Düğün değil, bayram değil, niye  benimle röportaj yapılıyor? Çünkü nasılsa dere geçildiğine göre yıllarca dayı dediklerine ayı diyebilirler artık. Lakin benim bu cümleleri kurmaya, sır perdesini kaldırmaya aklım ermez. Ben bir garip işkenceciyim. Vur derler vururum, kes derler keserim.”

Doğan Eşlik olmasa da bazı liberal arkadaşlar bu cümleleri kurabilir. Birer birer akıllanıp, “Biz ne kadar aptalmışız” diyenler varsa da, hala tumturaklı bir özeleştiri, gerçek bir özür duymuş değiliz.

Ben Sezen Aksu’yu yakmadım ve kendi gazetemede yanlış anlaşılıp darbeler yemek pahasına Ümit Kıvanç, Murat Belge gibi abilere açık kapı bıraktım. Onlar ne büyük bir hata yaptıklarını anladılar mı acaba? “Hata yapmışız, bunların derdi bambaşkaymış. Bunu BirGün söyledi, biz BirGün’e hakaret ettik. Onlar yine de efendiliği bozmadı, biz kulaklarımızı tıkayıp nikah masasına oturduk. Şimdi utançtan yüzümüz kızarıyor. Ne kadar gizlemeye kalksak, ne kadar gülümsesek de aldatıldığımız, kullanıldığımız, şark kurnazlıklarına inandığımız apaçık ortada” derler mi?

Diyorlarsa buyursunlar gelsinler dergahımıza... Ama biz, bir garip devrimci gazeteyiz. Binalarımız gibi kapılarımız da küçük. Bu nedenle içeri girerken boyunlarını bükmeleri mecburi. Yetmez ama, yetsin bakalım.

Doğan Eşlik’in itiraflarını okudukça suratına tükürmek geliyor içimden. Bakmaya kıyamadığım abilerimin, işkence gördüğünde bir fidan kadar genç olan insanların isimlerini sıralıyor. Röportajda yeni bir şey yok. 80’lerin ortasından beri okumaya alışık olduğumuz “işkenceci” itirafları. Her okuyuşumuzda dişlerimizi sıktığımız iğrençlikler. Bunları hep okuduk, hep okuyacağız. Biraz da bela okuyalım:

Allah belanı versin bir türlü ölmeyen Marmaris domuzu. Bunca yıldır domuz gibi besleniyorsun. Dudağından düşürümediğin sırıtışının Allah belasını versin. Bolluk ve sefahatla geçen bu uzun ömürden sonra Allah sana ne tür bir bela verebilir bilmiyorum ama lütfen versin ve bunu görmeden ölme.

Allah belanı versin, idam kararları için elini kaldıran ölümsüz şişko. Senin kolalisyonundan medet umanların aklına şaşayım, senden gelecek hayır hiç gelmesin daha iyi.

Allah belanızı versin, tüm işkenceciler, tüm arkadan vuranlar, tüm bebek katilleri. Termal kameralarınızla kalp atışını bile duyduğunuz ekmek derdinde köylü çocukların üzerine bombalar yağdıranlar, Allah hepinizin belasını versin. Halk otobüsüne molotov kokteyli atan sefiller, Allah sizin de belanızı versin.

Yaptığınız katliamların, kurduğunuz ilişkiler ağının, kirli emellerinizin, satılmış ruhlarınızın, BOP’unuzun, topunuzun Allah belasını versin.

Bu nasıl bir Allah’sa, hep garibanlara bela veriyor, tüm hastalıkları, tüm ezilmeleri hep onlar görüyor. Allah’ın çocukları mahşer parklarında birbirini vuruyor, birbirinin cesedine tükürüyor. Birlikte dans etmesi gereken delikanlılar ya işkenceci, ya da işkence mağduru oluyor. Bu nasıl bir zalimlik, nasıl bir israf? İktidar hırsınızın, ikiyüzlülüğünüzün, ucuzluğunuzun Allah belasını versin. Bu Allah hep gençlere, yoksullara bela verdi, bir kez de size versin.

Biz farkında değiliz ama Hollanda’da üç günlük tango maratonu bu sabah bitti. Üç gündür tango yapan insanlar, ofislerinin, okullarının yolunu tutuyor. Hollanda, elmas madenlerine epey uzak olduğu için, yeşil ve temiz sokaklarda pedal çeviririrken kan kokusunu almaya imkan yok. Geriye kalan sadece dostluk, aşk ve eğlence.

Burası İstanbul ve günlerden pazartesi. Beş gün sürecek tango maratonu başladı. Birbirini hiç tanımayan yetmiş milyonluk bir grup, hafta boyunca birbiriyle dans etmeye devam edecek. Herkese başarılar.