Altan ailesinin eli kalem tutan bireylerinin, yakın tarihimizde ülkemizin entelektüel, politik ve edebiyat dünyamıza yaptıkları katkıyı anlatmama bilmem gerek var mı?...

Altan ailesinin eli kalem tutan bireylerinin, yakın tarihimizde ülkemizin entelektüel, politik ve edebiyat dünyamıza yaptıkları katkıyı anlatmama bilmem gerek var mı? Ne mutlu Türkiye'ye ki, isimleri sadece politik, mafya ve yolsuzluklarla özdeşleşmiş aileler değil de, edebiyat, sol, insan hakları mücadeleleri ile özdeşleşmiş aileleri de var. Maalesef ben, 'Attan' soyadını taşıyan düşünce insanlarından, sadece soyadının önünde 'Ahmet' olanıyla; o da yalnızca bir kere beraber olabilme fırsatına sahip oldum.

Yıllar önce Londra'da, Ahmet Altan ve kızı ile bir akşam yemeğinde beraber olabilmiş ve fikirlerinin ötesinde, uzun sohbetimizde Ahmet'in ne kadar hoş, zarif ve eğlenceli bir insan olduğuna şahit olmuştum. Ama bu yazıyı bana yazdıran Ahmet'i methetmek arzusu değil de, onun geçen Cumartesi, 'Taraf gazetesindeki 'Kum Saati' adlı köşesindeki "Algılama..." başlığı altında yazdığı makalesinin düşündürdükleri.

Ahmet her zamanki gibi, kafasındakini kelimelere açıkça dökebilme becerisi ile değişik ayrımcılığa uğrayan gruplar arasında, nasıl "panik atak" misali, 'sahte' bir hastalıktan 'gerçek' bir hastalık ortaya çıktığını" düşündüğünü, anlatıyor. Ahmet'e göre, "Eğer bir mücadeleye ömrünüzü adarsanız, algılarınız keskinleşiyor. Bir süre sonra da, size 'tıpatıp' benzemeyen, sizinle 'bire bir' aynı sözleri söyle-meyen herkes size 'düşman' gibi, 'tehdit' gibi görünmeye başlıyor."

Bunun "çok uzun süren sorunların getirdiği" bir hastalık olduğunu ve bu hastalığın ancak "...bir hastalık olduğunu anladığımızda" çözümlenebileceğini söylüyor. Teşhise kısmen katılıyorum, yani böyle bir hastalığın Türkiye'de gelişme başlangıcı açıkça görülüyor, ama nedeni sadece, "Eğer bir mücadeleye ömrünüzü adarsanız algılarınız keskinleşiyor. Bir süre sonra da, size 'tıpatıp' benzemeyen, sizinle 'bire bir' aynı sözleri söylemeyen herkes size 'düşman' gibi, 'tehdit' gibi görünmeye başlıyor" değil! Asıl neden, Türkiye'de ayrımcılığın hiyerarşisinin olması.

Böyle düşündüğümü fark eder etmez, içime bir kuşku düştü. Acaba ben de, aynen Ahmet'in söylediği gibi bir mücadeleye kendimi adamışım da, aslında benimle aynı yolda yürüyen insanları göremiyor muyum diye? Hemen 'Google'un başına oturdum. Ne de olsa ayrımcılık, insan hakları, demokrasi, aşk konularında sayfalar, kitaplar yazmış, ülkemizin en yetenekli kalemlerinden biri olduğuna hiç kuşkum olmayan Ahmet Altan, cinsel ayrımcılık hakkında veya cinsel kimlik hakkında veya eşcinsel aşk hakkında bir şeyler yazmıştır, diye. Heyhat, bir kelime bile bulamadım! Nasıl olurdu? Irkçılığa karşı çıkmak için, zenci mi olmak gerekiyordu?

6 Şubat'ta bu köşede, "Türbanlı kardeşlerime:" başlıklı bir yazım çıkmıştı. Oradan, samimi türbanlı genç arkadaşlarıma seslenmeye çalışıp erkeklerin verdiği bu anayasal hakka güvenmemelerini, başta 301 olmak üzere ülkemizdeki diğer hak ihlal ve ayrımcılıklara da karşı çıkmalarını isteyerek, yedi pratik konuda seslerini duyurmaları çağrısını yapmıştım. Bu yazının üstünden iki hafta bile geçmeden, aralarında AKP kurucularının da bulunduğu altı yüzü aşkın başörtülü kadın, bildiri yayımlayıp "Yasağımız kalktı ama 301 ve öteki yasaklar kalkmadan özgür olamayız" deyince, ne kadar memnun olduğumu tahmin edersiniz. Bu altı yüz kişinin benim sözünü dinlediklerinden değil tabii, büyük bir ihtimalle hiçbiri, yazımı okumadılar bile ama 'aklın yolu birdir', diye. Ama benim listemdeki konulardan bazıları, bu kadınların listesinin dışında kalmışlardı. Evet, tahmin ettiniz liste dışı bırakılan insan hakları konularının başında "cinsel yönelim" ve "cinsiyet kimliği" konusunda eşcinsellerin istedikleri anayasa değişikliği geliyor.

Buna bir "hastalık" denilebilir mi bilemiyorum? Ama Türkiye'de gerçek olan, hazin bir durum var. İnsan hakları konusunda Ahmet Al-tan'dan, türbanlı politik kadınlara kadar, eşitlik ve insan hakları konularına ilgi duyan insanların bile aklında açık bir insan hakları hiyerarşisi var. İşte bu yüzden, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, "Eşcinseller de eşitlik istiyor, verecek miyiz? Tabii ki vermeyeceğiz!" diyebiliyor.

İnsan Hakları, bir dizi evrensel 'değerler' bütünüdür. Bu değerler bütününü bilinçaltınızda bile olsa, bir hiyerarşiye tâbi tuttuğunuz zaman, sadece eşcinseller haklarını alabilmek için 22. yüzyıla kadar beklemezler; diğer mağdurların da veriliyormuş gibi görünen haklarının üzerlerine yazıldıkları kâğıt parçası kadar bile değerleri olmaz.