12 Eylül askeri darbesi sol açısından sadece ‘örgütsel’ yenilgiyle sınırlı kalmayan bir yenilginin kapısını araladı

12 Eylül askeri darbesi sol açısından sadece ‘örgütsel’ yenilgiyle sınırlı kalmayan bir yenilginin kapısını araladı. Üzerinde çok konuşulan baskı uygulamalarının boşalttığı düşünsel alan, bir yandan yeni liberal düşünüş biçimleri; diğer yandan da devlet politikaları eliyle güçlendirilen ‘dinsel’ düşüncelerle  dolduruldu. 12 Eylül darbesinin ürünü olarak siyaset sahnesinde kendine yer bulan Özal dönemi dinsel muhafazakârlıkla  yeni liberalizmin düşünsel ‘evliliği’ üzerine kuruldu. O ünlü “dört eğilimi birleştirme” söyleminin altında solun 12 Eylül öncesinde elde etmiş olduğu düşünsel hegemonyanın kırılması yatıyordu.
Özal, 24 Ocak kararlarıyla başlayan ekonomik liberalizmin yarattığı ‘dönüşüm’ün üst yapısını bu yolla oluşturdu. Duvarın yıkılmasıyla ‘çifte yenilginin’ yükünü omuzlayan baskı ve zorbalıkla zayıflatılmış sol bu yeni dönemin ‘ideolojik yükünü’ taşımakta zorlandı. Yeni ve dönüştürülmüş hayatın ortaya çıkarttığı yeni düşünceler bir yılgınlık döneminin düşünsel zemininde kolay bir zafer kazandı. Soldan Özal’ın öncülüğünü yaptığı yeni liberalizmle dinsel muhafazakârlığın sentezi olarak kurgulanan düşüncelere doğru transferler bu dönemin ayırt edici  özelliğidir.
Cengiz Çandar, ½ahin Alpay, Ertuğrul Özkök , Mehmet Barlas gibi o dönemin ‘medya yıldızları’ Özal’dan bir ‘devrimci-reformcu’ yaratma konusunda hayli etkili oldular. Solun ‘yenilgi değerlendirmesi’ de o yıllara rastladı. Nokta dergisi gibi o günlerin ‘hafifleştirilmiş’ havasına uygun bir ideolojik iklimde yayınlanan dergilerde birey olamama, bir düşünce için fedakârlık etmenin anlamsızlığı, kadın-erkek ilişkilerinde sol örgütlerin baskıcılığı üzerine onlarca yazı ve haber yapıldı. Yine o dönemde devlet-sivil toplum karşıtlığı keşfedildi; sağ-sol ayrımlarının anlamsızlığı, proleteryanın “elveda” demesi üzerine onlarca yayın gündeme getirildi. Son nokta ‘tarihin sonunun geldiği’ ve kapitalizmin insanlığın son düzeni olduğunun ‘fetvası’ydı.
Gerçekten de sahada 7 kişi kalmış, hakemin çok net taraf tuttuğu, tribündeki kendi taraftarlarının karşı takım lehine bağırmaya başladığı koşullarda bizim ‘mahallenin takımı’nın maçı kaybetmesi kaçınılmazdı. ‘Cehennemde iki devrenin’ sonunda solun kazanması mümkün olabilseydi, açıkça o koşullarda kazananları imha edecek bir güç ‘karşı mahalle’ için devreye girmekte tereddüt etmeyecekti.
O günlerde solun eleştirilmesinde çok kullanılan argümanların başında bir ‘cemaat’ gibi hareket etmek, örgütsel aidiyetlerin bireyi öldürmesi, sivil toplumun güçlendirilmesi yoluyla devletin kuşatılmasının devrime inanmanın yerine konulması vb... geliyordu. Kadın-erkek ilişkilerinde ‘erkek egemenliğinin’ sorgulanması;  abi ya da şeflik kültürünün yerden yere vurulması, özgürlüklerin çoğulculuğun altının çizilmesi sola yöneltilen eleştiriler olarak ortaya çıkıyordu.
Bütün bu eleştirilerin ‘sol’ için yapılması bir dereceye kadar anlaşılabilir. Eleştirilerdeki ‘toptancılık’ bir yana bırakılırsa solun belirli kesimlerinde Kemalist ve ulusalcılığın güçlü etkisinin olduğu; sosyalizmin ‘ulusal kurtuluşçuluğa’ indirgendiği bir sosyalizm yorumunun sol saflarda taraftar bulduğu söylenebilir. Örneğin Aydınlıkçılar denilen hareketin en kaba haliyle bu türden bir eleştirinin nesnesi olduğu hatta bunu hakketmesi anlaşılabilir.
Felsefede ‘reductio ad absurdum’ (saçmaya indirgeme) diye bir yöntem vardır. Felsefe sözlüğünde “Bir önermenin doğruluğunu o önermenin karşıtının saçmalığını gösterme yoluyla tanıtlama” olarak açıklanıyor. Bugün solu eleştiren eski solcuların bu yönteme sıkça başvurduğunu görüyoruz. Önce solun her çeşidi bir tür Aydınlıkçılığa indirgeniyor, ardından gelsin bu yanlışlığı apaçık ortada olan düşüncelerin yerle bir edilmesi. Solu Aydınlığın tezlerine indirgeyerek eleştirenlerin çoğunun eski Aydınlıkçı olması bir rastlantı değil; kendi yaşadıkları cehennemi eleştirerek kendilerine bir liberal cennet yaratmaya çalışmalarının mutlak anlamda psiko-politik nedenleri var. “BirGün gazetesi MHP solcudur dedi, ben de onlara Miloseviç’çi dedim ne var bunda” düzeyine indirgenen bir tartışmanın da kişisel bir tarihle ilgili olması gibi. Neden bütün sol, o arkadaşların geçmişte de bugün de yanlış olan siyasal çizgileriyle aynı olsun, ya da BirGün MHP’ye solcu dedi yalanını uydurtan ne ola ki?
Son bir nokta daha; biz eskiden ve hâlâ ‘sermayeyi’ eleştiriyoruz; o noktadan  yükselen yeni sermaye sınıfından ‘demokrasi’ bekleme noktasına nasıl geliniyor, soru işareti. Biz kemalizmi devlet eliyle sermaye yaratmakla eleştirirdik, şimdi kargaların bile güleceği devlet desteğinden bağımsız bir sermaye doğuyor güzellemesine niye ihtiyaç duyuyoruz.
Abi-şeflik kültürü, lidere sınırsız itaat, erkek egemenliği, cemaat ilişkileri, sivil toplumu güçlendirme , birey olamama bizim mahalleden kopma nedeniniz anladık da, öteki mahallede bütün bunların katmerli yaşandığından kuşku yokken niye taşınıyorsunuz?