Yıllar önce İzmir'de Sıhhiye Yedek Subay Okulu'nda okurken, öğrencilere verilen cep harçlığı düzeyindeki (şimdiki 15-20 YTL gibi) aylıklar, mezuniyet öncesindeki

Yıllar önce İzmir'de Sıhhiye Yedek Subay Okulu'nda okurken, öğrencilere verilen cep harçlığı düzeyindeki (şimdiki 15-20 YTL gibi) aylıklar, mezuniyet öncesindeki iki ay, "balo" yapılacak gerekçesiyle verilmemişti. Bize sormadan okul komutanlığının böyle bir karar alması pek hoşumuza gitmemişti ama 'ne de olsa bizim için yapılıyor' diye sesimizi çıkarmamıştık. Derken anladık ki balo sözde bizim için yapılıyor ama bizler çağrılı değiliz. Yani bizim aylıklarla yapılan baloya sadece okulda görevli subaylar ve davetliler katılacakmış. Üstelik bu ilk kez böyle olmuyormuş; adet böyleymiş. Kimsenin baloya gidecek hali yoktu ama bu muamele ağrımıza gitmişti. Kolayca tahmin edilebileceği gibi, öğrencilerin büyük çoğunluğunda "askerlikte olur böyle şeyler, sesimizi çıkarmayalım!" anlayışı hakimdi. Benim de içinde bulunduğum azımsanmayacak sayıdaki "bozguncu" grup ise, "hayır, bu bir ilke sorunudur, aylıklarımızı isteyelim!" diyordu. Dönemin son günleri yoğun tartışmalarla geçti ama toplu bir karar alınamadı. Esasen toplu karar almak zaten suçtu ve "isyan" sayılıyordu. Bu yüzden dileyenler komutanlığa birer dilekçe vererek aylıklarını geri isteyecekti. Tartışmalar uzadıkça gerilim yükseldi. "Sessiz kalalım" diyenler, ötekileri suçlamaya başladılar: "Hepimizi doğuya sürdüreceksiniz", "burası üniversite değil", "askerlik şakaya gelmez" vb

Kumandanın kapısında dilekçe vermek üzere beklerken sadece iki üç kişiydik. Derken kuyruk biraz daha uzadı, ama tek tek konuşarak ikna ettiğimiz arkadaşların birçoğu ortalıkta yoktu. Ertesi gün sabah "içtima" sında komutan konuyla ilgili bir konuşma yaptı. Müthiş öfkelenmişti. "Bu okul kurulduğundan beri böyle bir olay yaşanmadı. Türk ordusunun komünist kışkırtıcıların parasına ihtiyacı yoktur vb" Musibet balo yapıldı mı yapılmadı mı anımsamıyorum ama dilekçe veren birkaç kişinin aylıkları iade edildi. Okul yönetiminin bizleri bir tür "istenmeyen adam" ilan etmesine karşın, dönem sona erdiği için kimsenin başına büyük bir bela gelmedi. Nihayet sıra iki yıla yakın bir süre görev yapacağımız yerlerin belli olacağı, "kur'a çekme" gününe geldi. Her dönem olduğu gibi bazı torpilli arkadaşların tayinleri önceden çıkmıştı. Geri kalan da kumandan huzurunda bir torbanın içinden birer birer gidecekleri yerlerin isimlerini çekeceklerdi. Ben doğuda mecburi hizmet yapmıştım, bu yüzden askerlikte İstanbul'u istiyordum. Ancak torbada sadece iki İstanbul kur'ası vardı; biri kent dışında, biri de Yassıada. Doğal olarak Yassıada'ya istiyordum. Böylece askerliği "bahriyeli" olarak yapacaktım. Ünlü Yassıada mahkemesi sırasında 27 Mayıs öncesi gençlik hareketlerinde yer almış öğrenci grubu içinde birkaç kez duruşmaları izlemek üzere adaya gelmiştim. Karşı olmama rağmen Menderes'in duruşmalar sırasındaki düşkün hali içime dokunmuştu. Ama mahkemeler çoktan sona ermiş ve ada artık eski haline dönmüştü. Sıra bana geldiğinde Yassıada hala kimseye çıkmamıştı. Kumandanın nefret dolu bakışları altında elimi torbaya soktum ve Yassıada'yı çektim. Sevincimi belli etmemeye çalışarak küçük kağıt parçasını kumandana uzattım. Yüzüme uzun uzun baktı ve "sen yine de çok sevinme!" dedi.

Yanlış anımsamıyorsam Nisan ortalarında bahriye asteğmeni üniformasıyla adaya ayak bastım (!). Bilenler bilir, doktorlar için yedek subaylık genelde rahat geçer. Üst rütbeli subaylar bile onlarla iyi geçinmeye çalışırlar. Benim için adada durum pek öyle değildi. Bırakın üst rütbelileri, inzibat erleri bile fazla yüz vermiyordu. Revirdeki erler dışında saygılı davranan yoktu. Arada "niye selam durmadın!" diye azarlayan üst rütbeli subaylar da cabası. Derken göreve başlamamın üzerinden daha birkaç hafta geçmemişti ki, adada "sinek mücadelesi" yapmadığım gerekçesiyle askeri mahkemeye çıkacağım bildirildi. Aylardan nisan ve adada mücadele edilecek sinek yok. Yazılı savunma, sözlü savunma derken bir tatil öncesi, 10 günlük oda hapsi kesinleşti. Eve gitmeme fırsat kalmadan Menderes'in kaldığı odaya tıkıldım. Tatil olduğu için kantin kapalı, oda hapsi olduğu için de karavana yok. Cezamın bitiminde güvenlik gerekçesiyle (?) Kasım-paşa'daki komutanlığa atandım ve nice sonra öğrendim ki, solculuk vb. nedenlerle sicilim hayli bozuktu ama asıl neden yedek subay okulunda isyan çıkarmamdı.

Bu trajikomik askerlik hatırası "vicdani retçi" Osman Murat Ülke'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) açtığı davanın T.C.'nin mahkumiyet kararıyla sonuçlandığını okuduğumda aklıma geldi. Ülke, askerlik hizmetine çağrıldığı 1996'dan itibaren, üniforma giymeyi sürekli olarak reddettiği için tam 701 gün hapiste kalmıştı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin işkence ve kötü muamele yasağı ile ilgili 3. maddesinin ihlaline dayandırılan bu karar ilk kez vicdani ret kavramının hukuki zeminde tartışılmasının yolunu açmış oldu. Daha da önemlisi, askerlik gibi sosyo-kültürel kökleri itibariyle dokunulmaz ve kutsal sayılan bir hizmetin, ağır bir bedel ödeyerek de olsa insani gerekçelerle reddedilebileceğini gösterdi. Bizim kuşaklardan bu cesareti gösteren çıkmamıştı.

Türkiye'de askerliğini yapmış her yetişkin erkek, bu kurumun kırmızı çizgilerini, fetişlerini, hassasiyetlerini çok iyi bilir. Dönemden döneme bazı iniş çıkışlar gösterse de, ortalama erkek dünyası ile askerliğin o çocuksu kurallar ve değerler sistematiği arasında kayda değer bir uyum vardır. Bu tür genç erkekler çoğunlukla yakınları ve arkadaşları tarafından davullu zurnalı taşkın törenlerle askerliğe uğurlanır ve ne kadar eziyetli olursa olsun, orada görev yapmanın mutluluğunu yaşarlar. Bazıları sivil yaşamda gerçekleştiremedikleri "otorite düşkünü" kişilik yapılarını askerlikte pekiştirerek, militarizmin sivil fedaileri olarak aramıza katılırlar. Birçoğu için de askerlik, temsil ettiği etik-estetik-politik anlamları ne olursa olsun, katlanılabilir, hatta geçici bir süre için zevk alınabilir bir tür izcilik oyunu sayılır.

Bilindiği gibi batıda giderek yaygınlaşan "vicdani ret", askerlik hizmetini, sağlık, eğitim, yaşlıların bakımı vb. sivil alanda çalışarak yapma imkanı sunarken, Türkiye'de şimdilik, 1111 sayılı askerlik kanununun ihlali anlamına gelen bir suçtur. Hiç kuşku yok ki er ya da geç bu yol açılacak ve askerlik yerine belki biraz daha uzun ve ağır bir sivil hizmet alternatifi mümkün olacaktır. Bugün ağır bedeller ödeyerek bu kapıyı aralıyanla-ra sivilleşmeden yana yurttaşlar olarak şükran borçluyuz.