Geceden açık televizyonun karşısında uyumuşum. Sabah erken, bir dua sesiyle uyandım. Sonra alt yazılar. Kor düştü yine içime.

Geceden açık televizyonun karşısında uyumuşum. Sabah erken, bir dua sesiyle uyandım. Sonra alt yazılar. Kor düştü yine içime. İçimize. Gazze’ye giden insani yardım gemisinde ölmüşler gece, sabaha karşı Akdeniz’de. İskenderun’da da ölmüşler aynı gece. Birkaç saat önce belki. Akdeniz kıyısında. Ve haberini alamadıklarımız sonra. Aynı saatlerde. Geceleri ölüyorlar, biz uykudayken. Biz hayatta kalırken.
Sonra göstericileri gördüm televizyonda. İsrail Başkonsolosluğu önünde.
Sonra da, artık sokaktayken, ellerinde Filistin bayrakları önümden geçtiler. Acı bende de acı ama ben onlarla değilim. Neden?
Biz, insani acılarda ortaklaşmakta zorlanan, hızla herkesin acısı kendine olan, herkesin genç ölülerden bazılarına kendisini yakın hissettiği bir toplum oluyoruz. Olduk belki de. Bir ‘savaş toplumu’ olduk. Bu bir ‘savaş erozyonu’.
Yahya Kemal’in ‘Atik-Valde’den İnen Sokakta’ adlı şiiri düşüyor aklıma sonra. Bir Ramazan günü İstanbul’un tevekkül semtlerinden birinde şairin hissettikleri. Ramazan akşamı oruçsuz ve iftarsız, yalnız kalan, gıpta ile izlediği bir atmosferin hem içinde hem dışında kalan şairin:

Yârab, nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı ruhuma bir gurbet akşamı.

Biliyorum, birkaç saat sonra bizimkiler de sokağa çıkacak. İsrail’in saldırganlığını, öldürmelerini protesto edecek.
Ama İslami gösterge ve söylemlerin mührü vurulu bu ilk nümayişlerden duyduğu tedirginlik ne kaldırımdaki bazılarının?
Her an bir provokasyon beklemeleri.
Acıya ve öfkeye kaygı ile, kendisi için kaygılanarak, ama sabaha karşı meydana gelen genç ölümlerin biçiminden ötürü değil de, öyle olması gerekirken daha çok sonraki gösterinin, gösterilerin biçiminden ötürü kendisi için kaygılanarak bu bakış ne? Bu duygusal kopuş, kopuşlar ne? Bu nasıl bir parçalanma?
Herkes ‘kendi genci’nin cenazesi ile kendi yasına ve öfkesine çekilirse ne oluruz?
Tam da bu, bu ‘genç öldürmeleri’ne meşruiyet kazandırmıyor mu?
Evet, bunu bize savaş yapıyor.