Şaşılacak bir iletişim başarısıyla hala toplumun yarısını gariban dostu bir Kasımpaşalı olduğuna inandırsa da, gerçekte Türkiye’nin

Şaşılacak bir iletişim başarısıyla hala toplumun yarısını gariban dostu bir Kasımpaşalı olduğuna inandırsa da, gerçekte Türkiye’nin en zengin adamlarından biri olan Recep Tayyip Erdoğan, krizin inim inim inlettiği günlerde “hamdolsun” deyiverince gürültü haliyle koptu.
Koptu ama, tıpkı “gemicik” veya “cumhuriyet mitingleri” vakalarında kantarın topuzu kaçırılıp sonuç Erdoğan’ın leyhine döndüğü gibi, burada da iş “hamdolsun” sözcüğünü lanetlemeye kadar vardı. Ve bu noktada ben bile “hoop” dedim.
İnsanın varlığına teşekkür etmesinin ne sakıncası var? Kimi insan varlığı için tanrıya şükreder, kimi tanrı insana… Biliyoruz ki, hacı Mekke’de, abdal tekkede, o halde şükranımdan kime ne?
Yeni bir yılın kapılarının aralandığı bu günlerde izninizle birinci çoğul şahıs kipiyle hepimiz adına “hamdolsun” demek istiyorum.
Hamdolsun ki sosyalistiz biz. Kula kulluk etmeyeniz, ite kopuğa boyun bükmeyeniz. Dostumuza ikram ettiğimiz lokmaları saymazken, o lokmaları paylaşamadığımız niceleri sayıp kahrolanız.
Çünkü bir gün; aynaya baktık ve karar verdik. Mavi topun üzerinde yaşayan tüm canlılara bugün ve yarın sahip çıkmanın boynumuzun borcu olduğunu inandık. Sosyalist olduğumuz, anarşist olduğumuz, komünist olduğumuz için hamdolsun.
Hamdolsun ki devrimciyiz. Her zaman ezilenin, düşenin yanındayız. Şişli’de Ermeniyiz, Yeşilyurt’ta Kürt, Ludwigshafen’de Türk; kaldırımdaki travestiyiz biz, Gazze’deki bebeğiz, Bükköy’de maden ocağının, Gölcük’de çok acayip milliyetçi sahtekar müteahhittin çökmüş binasının altındayız; Bosna’da müminiz, Sudan’da kafir; bu kimliklerin hepsine, bu kimliklere saldırıldığı oranda sahip çıkanlarız.
İnançlara saygılıyız, ne mutlu; hamdolsun bize. Hem de bu lafı diline dolayan dolandırıcılarınki gibi “koftiden” değil, “harbiden” saygılıyız. Biz doğan bebeklerimizin, büyüyen kardeşlerimizin bile tercih etme, kendi yolunu seçme hakkını gözetiyoruz. İstiyoruz ki kimse inancını veya inançsızlığını anasından babasından miras almasın; kendi araştırsın, kendi tartsın, kendi seçsin. Bebeklerin hayatı yorumlama hakkına saygı duyulsun... Kimse yoksul olduğu için yurtlara filan alınıp “kafalanmasın”, küçük kızlar daha bebecikken köle olmaya şartlandırılmasın. İnançlara saygılı beyler (bayanlar aranızda değildir ve hepiniz de “hamdolsun” üç r’li errrkeklersinizdir), "yiyo mu" böyle saygılı olmak?
Kadıköy vapurunda bir genç kız ve oğlan aşka gelmiş öpüşüyor. Yanlarında oturan kim bilir hangi kimliğin uğursuz faşisti; faşistliğinden ileri gelen ödlekliğiyle duruma tek başına tepki veremiyor ve ittifak için bize bakıyor. Gözümüzü kaygıyla çevirsek bizden güç alıp, söylenecek; onu onaylar gibi baksak daha fazla güç alıp, çocukların üzerine yürüyecek. Ama biz ne yapıyoruz? Boynumuzun borcu, boşvermiyoruz. “Sana ne lan çocukların öpüşmesinden” der gibi, dik dik bakıyoruz faşiste. O da tırsıyor, defolup gidiyor.
Şimdi tüm bunlardan habersiz öpüşen cici gençlere “sosyalizm” desen; “Abi bırak bunları ya, modası geçti bunların” derler. Otobüse zorlukla girdiği anda, şoföre “kapıyı kapat” diyen zübükler gibi; 10 yıl geçmez evlenir, döllenir; uzun saçlarını derhal kestirir ve bu vapurun arkasında öpüşen başka çocuklara ters ters bakan ihtiyarlara dönüşebilirler. Peki bu döngü vazgeçirir mi bizi, öpüşen aşıkları korumaktan? Ne olsun? Sağlık olsun, hamdolsun.
Mükemmelin mükemmel olmadığını epeydir biliyoruz. Kusurumuza imza desek, imzadan destan yazardık. Sahte tevazuları da sevmedik; uçan balonları da. Konu paraysa borcumuz alacağımızdan hep fazlaydı. Gönlümüzün hesabındaysa çok kişiyi icralık ettik de, bir türlü hacze gitmedik. Hacizlere gitmeyen gönlümüze hamdolsun.
Sarhoş olduk deli gibi. Bazen şaraptan, bazen aşktan, bazen her ikisinden. Bir barda cümle cinsi alem efil efil eserken; gözlerimizi aşkıyla kör eden ışığımıza hamdolsun; hayatı bir parantez gibi yaşarken paragrafımız olan harflerin her birine aşk olsun.
Hamdolsun işçilerin emeğine, tasarımcıların tasarımlarına, şarkıcıların şarkılarına. O güzel yönetmenlere hamdolsun, o büyük oyunculara hamdolsun; bizi önce bizle, sonra hakedenlerle birleştiren o büyülü kitaplara hamdolsun.
Hamdolsun ki yaşıyoruz. Belki vurdular bizi, işkence ettiler, belki astılar onyedi yaşında. Hamdolsun ki yaşıyoruz.
Hamdolsun ki elimizde kardeşimizin kanı yok. Strateji diye, taktik diye, oh olsun diye karıncayı ezmedik biz. Fakir çocukları birbirine düşman etmedik. Yenildik, ezildik, dövüldük de şaşırmadık. Hamdolsun böyle yenilgiye, hamdolsun ellerimize.
En ecinli yıllarda bile, aklın ve kalbin arasındaki mübarek yolda kaldık. Virajlarda savrulmadık, şoselere sapmadık. İki yanımız taraf oldu; biz yoldan çıkmadık. Yolumuza hamdolsun.
Bana Kürt dersen Kürdüm, Türk dersen Türküm. Doğduğumdan beri bu lafların ötesindeyim. İlla bir şey diyeceksen "dayı" de bana. Dayı ama kabadayı değil. Bir laf eklemek gerekirse başına “kibardayı” diyebilirsin mesela.
Hangi şehirdesin kardeşim, neredesin? Varsay ki Kadıköy vapurunda, öpüşülen yerdesin. Hadi öpüş sevgilinle… Merak etme, ben varım, biz varız; tanısan da tanımasan da, inansan da, inanmasan da biz hep senin yanındayız.
Gururla bak yoksul, çarpık; bekleyen İstanbul’a. Bir kürek mahkumunun bir dilim ekmeği kokladığı gibi şükranla selamla okyanusu. Günışığıyla yıka aydınlanan yüzünü.
Ve hayatında ilk kez, içtenlikle “hamdolsun” de.
Gökyüzüne değil, çarpan yüreğine. Biz de oralarda bir yerdeyiz zaten.