Lozan An

Lozan Anlaşması'nın 39'ncu maddesi şöyle:

"Herhangi bir Türk yurttaşının gerek özel ya da ticari ilişkilerinde, gerekse din, basın ya da her türlü yayın konusunda ve gerek toplantılarda herhangi bir dili serbestçe kullanmasına karşı hiçbir sınır konulmayacaktır."

Durum böyleyse eğer, şimdiye kadar Kürtçe neden yasaklandı? Lozan Anlaşması'nın Kürtlere tanıdığı bir hak, göz göre göre neden ellerinden alındı? 80 yıl boyunca varlıkları neden inkar edildi?

Efendim hikaye uzundur. Birçok kitapta var ayrıntısı, özeti şu şekilde: Lozan Anlaşması görüşmelerine Dışişleri Bakanı sıfatıyla katılan İsmet İnönü'nün heyetinde maksat adet yerini bulsun kabilinden değil de, yedi düveli ikna etmek için Diyarbakır mebusu Zülfü Tigrel Bey adında bir de Kürt temsilci vardır. (Bu temsilci, Lozan'a varır varmaz nedense hastalanır ve tüm görüşmeler boyunca otelden çıkamaz.) Bütün oturumlarda İsmet İnönü, yabancı delegeler her "Kürtler de..." diye söze başladıklarında, sözlerini keser ve buraya Türkleri ve Kürtleri temsilen geldiğini söyler. İsmet Paşa Lozan'da, Türklerle Kürtlerin "yek vücut" olduğunu belirtir ve bütün tezlerini "Biz Türkler ve Kürtler..." sözüne dayandırır. Aslında bu sözün arkasında yatan koca bir "Musul hesabı" vardır. Çünkü görüşmelerin gündemine gelen Musul sorunu, aslında Kürt sorununun ta kendisidir. İsmet Paşa Lozan'da Kürtleri "gayrimüslüm" azınlıklardan ayırır ve Türkiye Cumhuriyeti'nin Türklerle Kürtlerin ortak eseri olduğunun altını çizer.

Durum böyleyse, yani Türkiye Cumhuriyeti Türklerle Kürtlerin ortak eseriyse, Lozan'da "Biz Türklerle Kürtler"'i tek bir heyet temsil ettiyse, yani bu anlaşmaya göre Türklerin sahip olduğu bütün haklara Kürtler de sahipse, o vakit Kürtler hiçbir baskı altında kalmadan şimdiye kadar, anlaşmanın 39'uncu maddesine göre, kendi dillerinden istedikleri gibi gazete çıkarabilmeli, televizyon istasyonu kurabilmeli (ticari bir faaliyettir çünkü), Kürtçe toplantı düzenleyebilmeli, dillerini geliştirebilmeliydiler. Bütün bunları yaptılar diye onlara baskı uygulamak, kitaplarını toplatmak, gazetelerini, dergilerini, şarkılarını, türkülerini yasaklamak alenen Lozan Anlaşması'nı ihlal etmek demektir.

Şimdiye kadar, Lozan Anlaşması'na göre, "gayrimüslüm" azınlıkların sahip oldukları kültürel haklara sahip olmak istediklerini söyleyen Kürtlere, şimdi, "Hayır, siz azınlık değilsiniz, siz de Türkler gibi, bu Cumhuriyet'in asli kurucu unsurusunuz" deniyor. Kürtler de bu "asli kurucu unsur" lafının üstüne balıklama atlıyor. Oysa bilmedikleri bir şey vardı, Kürtler "asli kurucu unsur" falan değil, 80 yıl boyunca sadece birer "unsur"dan ibaretti.

80 yıl boyunca bu "unsur" olma yüzünde çok kan döküldü, çok acılar çekildi. Dökülen onca kandan, yaşanan onca acıdan sonra şimdi birtakım Kürtler de kalkmış, Lozan Anlaşmasının 39'uncu maddesinin kendilerine tanıdığı hakları hatırlatacaklarına, Lozan'da İsmet İnönü'nün "Biz Türklerle Kürtler..." sözünden yola çıkılarak geliştirilen "asli kurucu unsur" lafını sarılıyor, bu laftan bir çözüm yolu geliştirmeye çalışıyorlar.

Ben Kürdüm; kişisel olarak, ne "unsur" ne de "kurucu" olmak istiyorum.

"Asli unsur" oldukları zaman, kendi içindeki "ötekilere" (Kürtlerin Nasturi ve Yezidilere yaptıklarını hatırlayalım) davranışları konusunda "Türk kardeşlerinden" (Ermeni tehcirini, Varlık Vergisini, 6-7 Eylülü hatırlayalım) hiç de geri kalmayan Kürtlerin, bugün kalkıp "biz de asli kurucu unsuruz, dolayısıyla Cumhuriyetin nimetlerini paylaşalım" demeleri, "asli olmayan öteki unsurları" (Ermeni, Rum, Çerkez, Süryani, Arnavut) dışlama mantığına götürür onları. Oysa asıl söylenmesi gereken, devlet son Türk devleti değildir, bütün yurttaşların ortak devletidir, dolayısıyla yurttaşlar arasında "asli" ve "asli olmayan" diye bir ayrım yapılamaz, bizi birbirimize bağlayan biricik bağ ise Türkiyelilik bağıdır, çoğunluğun konuştuğu dil yurttaşların ortak dildir, ama herkes kendi anadilinde eğitim yapmak, onu geliştirmek, yazmak ve yaymak hakkına sahip olmalıdır.

Bitirirken hatırlatayım:

Sol olsun Kürt olsun, bütün illegal örgütlerin literatüründe "unsur" olmak, dışlanmak demektir. Biri "unsur" olarak nitelendirilmeye görsün, akıbeti hemen meçhule karışır.