Yine bir gezi yazısı olacak bu. Geçen yazımda Egelilerin laiklik korkusundan, kadınların dekolte telaşından bahsetmiştim. “Durmak yok, yola devam” dedim halimce, uzadım uzayacağım kadar..

Yine bir gezi yazısı olacak bu. Geçen yazımda Egelilerin laiklik korkusundan, kadınların dekolte telaşından bahsetmiştim. “Durmak yok, yola devam” dedim halimce, uzadım uzayacağım kadar. Ver elini Pirene dağları, Fransa vadileri ve son durak İspanya. “Aman da ne gezdim”i anlatmayacağım. Çıkarılan sonuç: Baskıcı ve zorba olmanın da estetiği varmış. Misal: Katalonya!

Dünyaya Türkiye’den, daha da ötesi Diyarbakır’dan bakınca, insan sanıyor ki dünya öyle dönüyor. “Amma cahilmişsin” demeyin. İstanbul’dan Köln’e falan gitmek değil mevzu. Diyarbakır’dan Barcelona’ya ve o “yörelere” gitmek mesele. Diyarbakır’ın ara ve arka sokaklarında yaşayan Kürtlerin açlığının ve sefaletinin nedeninin Kürtlük olduğu tespitini yapıp, oradan uzayınca insan, sinirleniyor, öfkeleniyor. Hâlâ da “E ama yaniii” diyenlere teklifim, gelin beraber yapalım bu işi. Diyarbakır’ı gezelim, oradan uzayalım Bask bölgesine falan. Diyarbakır tarafının masrafları benden!

Şimdi düşünelim… Bu bir seyahat yazısı olduğundan, seyyah gözüyle bakalım. Birkaç hafta önce Diyarbakır’dan Malatya’ya gidiyorum saatler geceyi bulmadan. Polisler durdurdular yolda. Nereye gidiyorsun? Malatya’ya… Niye? E çünkü Malatyalıyım. Hangi ilçenin hangi köyü, aşiretimin adı, babamın adı, annemin kızlık soyadı derken muhabbet uzuyor. Bir de bu yolculuğun tersini düşünelim. Malatya’dan Diyarbakır’a… Yollarda izbandot gibi özel timler birden feneri yüzüne tutup, kollarını arabanın önüne dayayarak “bi omuz atın durdurak aslanlarım” diye el ele verip durduruyorlar arabayı. Orada mevzu daha da uzuyor tabi. “Jandarma biz sosyalistiz, bizden sana zarar gelmez” gibi bi şarkı uymuyor ortama. Diyarbakır’da oturduğumu kanıtlamak için mesela muhtarı telefonla arayıp, çizgili pijamalarını çıkarmadan gece vakti gidip muhtarlığı açıp bana ikamet kağıdını yollamasını rica etmek durumunda kalıyorum. E tabi o saatte sokağa çıkan bir pijamalı adamı kimlerin durdurup ne soracağını da siz hesaplayın. Sonra bu yolculuk esnasında tepelerde konumlanmış “şirin” karakollar, korucular, askerler vs sana eşlik ediyor. Görüş alanını genişletsin diye karakolların etrafındaki yanlış kel arazileri görüyorsun. Haydi şimdi buradan çık da git bakalım Katalanların bölgesine. Vay efendim etnik sorunları varmış. Yani çöpten ekmek toplayacak duruma gelmeden de anlatabiliyorlarmış dertlerini. Duvarlarda ETA’nın IRA’nın sloganlarının olduğu muhitlerden geç ve de ki “He valla onlar da bizim gibi!” Yok yok yok! Kimse öyle bizim gibi falan değil. Gece yarıları girdiğin yerlerde tek sorunun açık fırın bulamamak. Yollarda bir polis, bir askerle de karşılaşmıyorsun ki elini omzuna atıp “Hemşerim, somun veya lavaş nerede bulabilirim” diyesin. Yok arkadaşlar yok, bir tane asker, bir tane panzer, iki tane polis, ne bileyim şöyle ufak tefeğinden bir özel tim falan. Başa dönüyoruz velhasıl: Militarizmin de estetiği olurmuş, gördük!

Gelelim yazının ikinci kısmına. Fransa’nın dağlarında, kocaman bir vadide yaşayan bir Dersimli. 12 Eylül’de kaçmak zorunda kalan solun militanlarından biri. Şimdi bir dağın tepesinde, köpeğiyle yaşıyor. On yıldır! Neden, çünkü o vadiyi Munzur Vadisi’ne benzetiyor. Ve daha da ötesi, Boz Atlı Xızır’ın da o dağın tepesinde gezindiğini düşünüyor. Suyundan elektriğine, ekmeğinden sebzesine kendisi üretiyor. Üretim ilişkilerinden koparmş kendisini. Ve satın aldığı o vadiyi satmaya kalkışsa, milyarder olacak ama satmıyor. Bir gün, ancak Dersim’e dönme koşulu oluşursa satabileceğini söylüyor. “Bir soruştur bakalım, belki dönme olanağın vardır” diyoruz safından. “Dönersem askerlik yapmak zorundayım” diyor. Bir anda Fransa’nın dağlarında olduğumuzu unutuyoruz. Gerçekten de Munzur vadisindeymişiz gibi bir hava çöküyor ortalığa. Masanın üstüne kendi arılarından elde ettiği bal şişelerini koymuş. Alman kurt köpeği olmasa, o köpek her sırnaştığında Fransızca komutlar vermek zorunda kalmasak, işte Dersim. Varsın aşağılarda tanklar toplar gezinmesin. Bir hayali Dersim…

Ne diyelim… Devletimiz var olsun, şan olsun!