Geçen gün, mal varlığını açıklayacağı beklentisi ile,

Geçen gün, mal varlığını açıklayacağı beklentisi ile, Başbakan'ın AKP grubundaki konuşmasını pür dikkat izledim. "Ha açıkladı, ha açıklayacak" diye kendimi nasıl kaptırmış-sam, yan komşunun kapısından gelen boğuk "küt" sesini duymadım bile.

Bir taraftan, sanatçıları "Kesin şu gavur müziğini" diye azarlayan TRT Ankara Radyosu Çoksesli Müzikler Müdürü'nü protesto için büroda Pavarotti dinliyorum, bir kulağım da kendi cebinden değil de halkın cebinden söz eden Başbakan'da. Bütün diğer iktidarların halkın cebini boşalttığını, bir tek kendilerinin halkın cebini doldurduğunu anlattı Başbakan. "Bakın" dedi, "halkın cebine neler girdi, halkın cebine ne koyduk, size onları anlatayım". Dünkü gazeteler bu noktanın üzerinde pek durmamış ama, Başbakan iktidarları döneminde halkın cebine neler koyduklarını uzun uzun anlattı.

O arada yan komşunun kapısından gelen boğuk "küt" sesi de bir tür cep doldurma fa-aliyetiymiş ama, iş işten geçtikten sonra uyandık. Adamın biri, öğle vakti, Ankara'nın en güvenli semtlerinden birinde, anacaddeye bakan apartmanın teras katına kadar çıkmış ve elindeki demir çubukla yüklendiği kapıyı "küt" diye bir hamlede açmış. İçeri süzülüp ortalığın altını üstüne getirdikten sonra, bulduğu altın-bilezik ne varsa alıp gitmiş.

Başbakan'ın konuşması sırasında duyduğum "küt" sesinin hırsızın zorlayıp açtığı kapıdan geldiğini, komşular eve gelip de olayı fark edince anladık. Günün o saatinde ne büyük cesaret, değil mi? Benim büronun ıoo metre kadar altında, aynı cadde üzerinde, giriş katta kardeşlerimin evi var. Son iki yıl içerisinde 6 ay arayla tam üç kez ziyaret etti hırsızlar. Bizimkiler, çalınacak fazla bir şeyleri olmadığından pek dert etmediler de, biraz rahat uyuyabilmek için daha güvenli saydıkları üst katlarda bir daireye taşındılar. Oysa, gördüğünüz gibi teras katlar bile yol geçen hanı.

Komşumu polislere haber vermek konusunda zor ikna ettim. Yeni evli bir çift, Başbakan'ın oğlunun düğününde gelenler kadar olmasa da, onlara da bir şeyler takılmış tabii. Hepsi gitti! Ama komşu, "Polise haber vereceğiz de ne olacak?" havasında. Baktım onun haber vereceği yok, karakolu ben aradım. ıo dakikada geldiler. Bizim buranın karakolu da o kadar yakın yani. Gelen polisten öğrendim ki, Başbakan'ın konuşma yaptığı öğle saatlerinde mahallede 6-7 hırsızlık girişimi olmuş.

Polis verileri son 5 yılda mala karşı işlenen suçların sürekli arttığını gösteriyor. 2004 yılında, 2003 yılında işlenenlerden 31.887 adet daha fazla suç işlenmiş mala karşı. 2005 yılında ise, 2004 yılındakilere oranla yüzde 30 artmış mala karşı suçlar. Polis, geçen yılkı hırsızlık olaylarının yüzde 72'sini aydınlatama-mış. Komşunun polise haber vermekteki isteksizliği boşuna değil yani.

Avni Özgürel dünkü yazısında, "Ekonomik göstergelere... bakarsanız zil takıp oynamamız gereken bir tablo var karşımızda.... Tek olumsuzluk, bu iyiye gidişi kimsenin hissetmiyor oluşu" diye yazdı. Gerçekten de, Başbakan'ın halkın cebinin nasıl dolduğunu anlattığı bir ülkede mala karşı suçlarda, hırsızlık olaylarında sürekli artış olması, insanların ceplerinin dolduğunun farkında olmamasından olsa gerek!

Sabah gazetesi, New York'taki Lobels adlı lokantayı mahalle kasabı gibi kullanıp haftada bir oradan et ısmarlayan "sosyete"yi sür manşetine taşıdı dün. Daha lezzetli ve ucuz et için biz de Haymana'ya, Kazan'a az gitmedik ama New York'a kuzu ve sığır eti ısmarlamanın anlamı ne ola ki?

Bu et ısmarlama işi, geçen yıl 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Ferit Bernay'ın anlattığı bir olayı anımsattı. Samsun'da bir ilkokulda, ne olmak istediği sorulan çocuk "Köpek olmak istiyorum" demiş. "Çünkü onlar et yiye-biliyorlar."

Gelir dağılımının bu denli bozuk olduğu ve işsizliğin bir türlü azaltılamadığı bir ülkede, güvenlik önlemlerini ne kadar artırırsanız artırın, halkın cebini doldurduk nutuklarını ne kadar atarsanız atın, kapıların zorlanıp "küt" diye açılmasına engel olamıyorsunuz.