Yıllardır sporu seyredenlerin değil, yapanların sayısının çok olması özlemiyle bekledik durduk

Yıllardır sporu seyredenlerin değil, yapanların sayısının çok olması özlemiyle bekledik durduk. Yaklaşık otuz yıllık üniversite görevimiz sırasında öğrencilerimize sürekli bu düşünceyi aşılamaya çalıştık. Yazılarımızın bir çoğunda bu konuya odaklandık.  Ama, gel gör ki bu ülkede seyredenler hep fazla olmayı başardılar!
Oysa bir ülkenin spor alanlarında istenilen noktalara ulaşabilmesi, o topraklarda yaşayan insanların ne kadarının sporla ilişkili  olduğuyla doğru orantılıdır.
Tabii ki sporla olan bu birliktelik seyircilikten öteye taşındıysa bir anlam ifade eder.
Yine yıllardır; bir ülkenin spor alanında ilerleyebilmesi için çok sayıda yarışmacı sporcu yetiştirme gereksinimi olduğunu, bunu içinde beden eğitimi ve sporun ilkokul sıralarından itibaren uygulamaya konulması gerektiğini söyleyip dururuz. Ama, gel gör ki bu ülkede beden eğitimi derslerinin programdan çıkarılması konuşuluyor. (Haaa pardon; spordan sorumlu Sayın Devlet Bakanı'nın verdiği bilgiye göre; çarşamba günleri öğleden sonra “kültür, sanat ve spor“ bir etkinlik olarak programlarda  yer alacakmış.)
Velhasıl, spor; okullara girmesi gerekirken, neredeyse “topyekün“ ortadan kalkacak galiba!
Şimdi yukarıda yazdıklarımı bir kenara bırakıp, Türkiye’nin duruma bir göz atalım:
Günümüzde; uygulanan hatalı politikalar nedeniyle sporla ilgilenen Türkiye insanın pek çoğu, sporun seyir yönünde  yer almaktadır. Bu pek çok insanın yine pek çoğu futbol maçlarını izlemektedir. Ve, bunun için epeyce bir bedel ödemektedir. İstanbul’da maça gitmenin en ucuz fiyatı 50-60 lira dolayındadır. Yeme içme ve yol parası hariç bu miktar bile oldukça yüksektir. Keza, şifreli yayın takip etmenin ücreti de aylık 50-60  liralardan başlamaktadır.
Peki bu ödemelerin karşılığında ne sunulmaktadır?
Bize göre koskocaman bir hiç...
Bugün bir Süper Lig maçında sahada karmaşa ve kargaşadan başka bir şey görünmemektedir. Özellikle, transfere her yıl on milyonlarca dolar para harcayan İstanbul kulüplerinin sundukları futbol içler acısıdır.
Aldıkları ve insanlara yıldız diye yutturmaya çalıştıkları futbolcularla kötü bir ürün ortaya koyan kulüpler bunun karşılığında müşterilerinden yüksek paralar istemektedirler. Örneğin; Galatasaray ve Fenerbahçe kadrolarına kattıkları yetersiz veya  yeteneksiz bir sürü oyuncu ve teknik adamla yandaşlarına eziyet çektirmekte ve sonra da onlardan dünyanın parasını istemektedirler.
Yani, kötü ürünü pahalı satmaktadırlar.
Oysa; milyon dolarlar ödeyip sıradan futbolcular yerine, ücreti yüksek ama, gerçek anlamda yetenekli olan iki ya da üç oyuncuyu kadrolarına katsalar izleyenlerin daha fazla haz almalarını sağlayabilirler.
Bu dönem, epeyce geç olmakla birlikte, Beşiktaş bunu bir miktar gerçekleştirmiş gibi görünüyor. Ligin ikinci yarısında siyah-beyazlı takımın taraftarları ve futbolseverler Beşiktaş’ı keyifle izleyecekler sanırım.
Hani olması gerekenden vazgeçtik, bari seyrederken biraz zevk alalım, diyoruz !..