Popüler edebiyatın en parlak isimlerinden Stephen King'in tüm o çok satan kitaplarının aslında ilginç alt metinlerle örülü zengin bir yapısı vardır. Bu yönüyle.....

Popüler edebiyatın en parlak isimlerinden Stephen King'in tüm o çok satan kitaplarının aslında ilginç alt metinlerle örülü zengin bir yapısı vardır. Bu yönüyle, dönüp dönüp aynı hikâyeleri aynı biçimde anlatan popülist korku yazarlarından ayrılan King'in sadece geniş bir okur kitlesine sahip olmasından değil, aynı zamanda romanlarının bu çok katmanlı yapısından da olsa gerek, King'in neredeyse tüm yapıtları sinemaya uyarlandı. En ünlüleri Kubrick'in Türkçeye "Cinnet" olarak çevrilen "Shining"i, De Palma'nın "Carrie"si ve bu ikisini bilmeyenlerin bile baş tacı ettiği hüzünlü, komik, cesaret verici muhteşem Darabont filmi "Esaretin Bedeli" olan King uyarlamalarına bir yenisi eklendi: Yakında gösterime girecek olan "1408".

Hayaletti olduğu iddia edilen otellerde bir gece kalıp odada yaşadığı deneyimler üzerine kitaplar yazan Mike Enslin, bu sefer New York'taki bir otelin yönetim tarafından sürekli boş tutulan şeytani odasına girer ve hayatının en korkunç gecesini yaşar. Otelin 14. katındaki -aslında 13. kat, fakat biliyorsunuz, dünyanın belki de en yaygın batıl inancı nedeniyle Ameri-ka'daki binalarda 13. kat yok...- rakamlarının toplamı 13 yapan 1408 numaralı odada geçirilen 70 dakikanın ürkütücü hikâyesini anlatan film, başlangıçta sıradan bir hayalet ya da tekinsiz mekân öyküsüymüş gibi görünebilir. Oysa bu kadar basit değil... 1408 numaralı oda, Stephen King'in özellikle ölümden kıl payı kurtulduğu trafik kazasından bu yana yazdığı her satırda görünür hale gelen büyük hesaplaşmanın, ölümlülük üzerinden girişilen varoluşsal bir sorgulamanın, bir vicdan muhasebesinin mekânı olarak belirginleşiyor; bilinçaltının bilinçle çakıştığı bir kesişim noktası... Bu, küçük kızının ölümüne engel olamayan bir babanın, sigara almaya çıkıp yıllarca ortadan kaybolan bir kocanın, sadece ölüm karşısında değil yaşam karşısında da çaresiz bir insanın vicdan yaralarının tam anlamıyla cehenneme çevirdiği bir oda.

Kendine has ve hastalıklı bir hüzün barındıran, orada bir gece geçirmiş herkesin sanki ne yaparsanız yapın asla silinemeyecek izler bıraktığı otel odalarının izdüşümsel coğrafyası da son derece zengin: Sinematografik semboller dünyasında, tıpkı "Anayurt Oteli"nde olduğu gibi, ana rahminden başlayıp yaşadığımız dünyanın kendisine kadar giden bir anlamlar silsilesi içeren 'oda', özellikle bir otelde bulunuyorsa, ülkenin değişikyerlerinden insanların yollarının birleştiği bir 'nokta-mekân' olarak neredeyse doğrudan 'ülke'nin gösterenlerinden birine dö-nüşüveriyor; nasıl bir gemi memleket metaforu-na dönüşebiliyorsa, "Gemide" filminde olduğu gibi, kimi zaman odalar da böyle anlamlar yüklenebiliyor. Çünkü o oda sizden önce başkalarının kısa süreli de olsa yaşama mekânı olmuştur, sizden sonra da başkaları yaşayacaktır orada... Yahut ölecektir, hâlâ gösterimde olan ve başta televizyonlar tarafından sunulanı olmak üzere küresel şiddet üretimini bir 'snuff' hikâyesi üzerinden anlatan otel filmi "Boş Oda"da ya da bir grup gencin geçmişin kanlı karanlığıyla karşılaştığı başarısız korku filmi "Şeytanın Oteli"nde olduğu gibi... Tam da bu sembolik çağrışımlar bağlamında Türkiye'yi de bir otel odasına benzetmenin mümkün, hatta çok kolay olduğu günler yaşıyoruz; yukarıda bahsi geçen filmler arasında en çok "i4o8"e yakın duran, King romanlarına yaraşır bir oda...

Bir yanda neredeyse her uygulaması en rezilinden bir skandal olan AKP, diğer yanda AKP'nin neo-liberal politikalarına karşı çıkıp alternatifler üretmek yerine apoletlerin gölgesine sığınıp ülkeyi son derece irrasyonel bir dinci-la-ik çatışmasının merkezine fırlatması ve bir harf farkıyla ıskalamış gibi göründüğü MHP'yi bile kıskandıracak düzeydeki milliyetçiliğiyle Türkiye'ye en büyük kötülüğü yapan CHP, öte yanda bu milliyetçiliğin, en son örneğini Halkalı'da gördüğümüz, Nazi gençlik örgütlerinin yaptıklarına tıpa tıp benzeyen tiksindirici sonuçları ve bunların hepsinin birden yol açtığı, açacağı, odamızı huzursuz hayaletlerle doldurması kaçınılmaz görünen vicdan yaraları...

Oda gittikçe kararıyor ve gerçeklik duygusu denilen o sağlam sığınak başta olmak üzere, kendimizi bir korku romanındaki karakterler gibi hissetmemizi önleyen her şey bulanıklaşıyor, giderek siliniyor.