Amacımız

Amacımız Mayıs-Haziran mali krizinin Türkiye açısından bir envanterini çıkarmak değil. Ama bazı saptamaların da tam sırası. Saptamaları, Mayıs-Haziranın etkileriyle de sınırlı tutmamayı tercih ederek.

İlk saptama, fiyat enflasyonu-faiz-döviz kuru üçlüsü üzerine. Mayıs çalkantısı öncesinde, Nisan ayı itibariyle, bu üçlünün eşleşme biçimi şöyleydi: Tüketici fiyatları endeksi (TÜFE) yüzde 8,83 düzeyindeydi. Bu düzey, Ocak-Mart ortalamasının çok hafif üzerindeydi (ama ÜFE'de artış Nisan'da belirgindi).

Faizler, yani Hazine'nin cari borçlanma faizleri yüzde 14 dolayındaydı. Doların YTL karşılığı ise 1300'lerde dolaşıyordu.

Mayıs-Haziran krizi bu dengeyi altüst etti: TÜFE tekrar çift hanelere geçti; faizler yüzde 20'yi aştı, YTL yaklaşık yüzde 20 değer yitirdi.

Peki daha sonraki ve özellikle şimdiki durum ne? Yıllık TÜFE Temmuz'da 11,69'a (ÜFE 14,34'e) kadar yükseldikten sonra ağustosta düştü, ama eylülde tekrar yükselerek yüzde 10,55 oldu (ÜFE 11,19). Yıl sonu beklentileri çift haneli olacak gözüküyor. (Ama IMF'ye verilen son Niyet Mektubu'nda, aldatmaca sürdürülerek, yıl sonu hedefi yüzde 5; 2007 hedefi de yüzde 4 olarak korundu; maksat ücret artışı taleplerine direnebilmek!). Enflasyon düşürülürken aşağıya inmeye zorlanan faizler de yüzde 20'lerin üzerine demir attı. Hazine borçlanma faizleri eylül ortalaması yüzde 21,7 oldu. YTL ise, nisan değerini yakalamasa da, çalkantıdan sonra son üç ayda tekrar yüzde 8,7 değer kazandı.

Özetleyelim: Dört yıldır çalışan kitlelere büyük özveriler yaptırılarak geriletilen fiyat artışları, tekrar yükselme eğiliminde. Üçlünün eşleşme biçimi ise Nisan'a göre tamamen değişmiş durumda: 2 puan yukarıya taşınan bir enflasyon; 7,7 puan artan cari faiz düzeyi (artışın oransal ifadesi, 21,7/14= yüzde 55); Nisan düzeyinin yüzde 11 altında kalan bir YTL değeri.

Peki bunun anlamı ne? Anlamı, ekonomiye yüklenen ek maliyetler. Hazine'nin finansman maliyetlerinin yükselmesi bunun en kolay ve doğrudan görülebilen tarafı. Yani iç borç maliyetleri tırmanmış durumda. Ulusal paranın değer yitirmesi ise, dış borç stokunun yeniden değerlenmesine yol açtığı ve yeni borçlanma maliyetlerini yükselttiği için, dış borç yükünü arttırmış durumda. Bunun dışında, enflasyonla mücadelede kaybedilenlerin hesabını kamu kesimi veya genel ekonomi açısından yapmak daha zor. Ama, çalışan kitleler ve tarımsal üreticiler açısından bu hesap daha kolay.

Mini mali krizin başka öğretileri de var. YTL'nin değer yitirmesinin dış ticaret açığını azaltacağı ve böylece cari açığın denetim altına alınabileceği beklentisi içine girilmişti. Bunun gerçekleşmediği görüldü. Bu arada, döviz kuru ile enflasyon arasındaki ilişkinin yüksek olduğu kanıtlanmış oldu. YTL değer yitirirken, ithal malları pahalandığı için, büyük ölçüde ithal bağımlılığı içine sokulmuş ekonomide fiyatlar da olumsuz etkilenmekte. Peki ama bu ilişki sağlıklı mı ve sürdürülebilir mi?

Tüm döviz gelirlerinin ithalat faturasını karşılamaya yetmediği bir ekonomi kırılganlık sendromunu aşabilir mi?