Psikiyatr bir arkadaşım var; tam, 43 yıllık. Üniversitedeyken gece gündüz beraberdik; daha sonra, tabiî seyreldi görüşmemiz.

Psikiyatr bir arkadaşım var; tam, 43 yıllık. Üniversitedeyken gece gündüz beraberdik; daha sonra, tabiî seyreldi görüşmemiz. İki yıl kadar önce epey bir oturup konuştuk; “yahu” dediydi, “binlerce insan tanıdım onca yıl; ama,  senin kadar hep aynı kalmış hiç kimseye rastlamadım”; sadece fikriyat değil, zevk, merak, tepkiler falan bakımından da.

Bu ne kadar iyi, ne kadar kötü; o başka mesele; ama, eski yazılarıma baktım da, en azından yüzde 10 barajı konusunda hemen hemen hep aynı şeyleri düşünüp önermişim:

“…HADEP’in durumunda yüzde 10 barajı artık nicel bir engel olmanın ötesine geçip nitel bir ayırımcılık ölçütü olarak işlemiş olmaktadır: Devlet kendi vatandaşlarından bir bölümünü seçme-seçilme hakkından yoksun kılmakta… (dır; bu durumda) devletin sadece cumhuriyet niteliği değil, zaten büyük yaralar almış olan ulusal devlet olma niteliği de biraz daha sarsılmış, etnik nitelikli yanı daha da ağır basar bir hale gelmiş olacaktır ki, devletin fiilî etnikliği ile resmî ulusallığı arasındaki çelişkinin yol açacağı yıkımın altından, en başta devletin kendisi olmak üzere hiç kimsenin pek öyle sağ olarak çıkamayacağı ise bilinmeyen bir şey değildir.

… yapılması gereken tek şey adil bir seçim sistemiyle en kısa sürede yeni bir seçime gidilmesidir. Ancak, böyle bir şeye yeni seçilen Meclis’in kendiliğinden yanaşmasının olanaksız olduğunun bilinci içinde, yüzde 10 barajı sayesinde yasal ama gayri meşrû bir biçimde milletvekilliği koltuğuna oturmuş olanların istifalarını, hiç değilse insan yüzüne bakamaz, önüne çıkamaz hale gelmelerini sağlamaya yönelik bir baskı kurma seferberliği başlatmanın, hemen göz ardı edilmeyi haketmeyen bir yol olduğunu düşünüyoruz.”(“Geliyorum” Diyen Felâket ya da Etnik Devlet; Demokrasi, 29 Aralık 1995)

“…12 Eylül faşizminin en büyük takiyesi: yüzde 10 barajı. Burada takke, siyasal istikrarı sağlamak; kel ise sol'a/Kürd'e meclis/temsil yasağı: Doğrudan doğruya bölücülük, cumhuriyetin de ilgası… Darbeciler yargılanmalı; bu, Türkiye'nin namusu. Ama, en acil olan; gerçek cumhuriyetin ihdası. Yurdu bu ülke olan herkesin ‘herkes’e/‘cumhur’a ithali; bunun için de sıfır barajlı, eşit oy ağırlıklı bir seçim yasası ve siyasal katılımın önünü kesen yasa/yasakların kaldırılması. ”(Kim Tehlikeli; BirGün, 8 Haziran 2004)

“…Örneğin Diyarbakır’da yüzde 6 oyla yüzde 60 alanın önünü kesip Meclis’e girmişsin: Ne şeref, değil mi? Bunların hiçbiri millete vekil olamaz: Gasıplar derhal istifa etmelidirler. Erdoğan ile Baykal, namuslu bir seçim sistemine karşı. Erdoğan “barajı düşürmek ihanettir” diyor, “ne güzel, istikrar geldi”. Yirmi yıllık bir kirli savaşı devam ettirtmek midir istikrar? Baykal’a göre ise etnik temelli bir siyaset yapısı ortaya çıkarmış, baraj düşerse. Böyle bir bahaneyle insanlardan eşit vatandaşlık haklarını esirgersen, ne cumhuriyet olabilirsin ne de ulus-devlet; tabii etnik temelli bir ayrışma ve belki iç-savaşa zemin hazırlamak da cabası…”(Utanmayı Bilmemek Ne Hoş; BirGün, 27 Aralık 2005)

“…Seçimler yaklaşırken, hangi kökten, inançtan, görüşten olursa olsun, huzurlu bir ülkenin eşit derecede özgür yurttaşları olarak yaşamak isteyen herkesin acilen yapması gereken tek  şey vardır: Darbe ürünü mevcut rejimin en stratejik manivelası durumundaki yüzde onluk seçim barajının tümden kaldırılmasını sağlamak üzere ortak bir seferberlik başlatmak.”(Baraj Varken Ne Demokrasi Olur, Ne De Barış; BirGün, 7 Mart 2011)

Hazine yardımının da baraja endekslenmesi ek bir ayırımcılık olmanın yanı sıra, aynı zamanda akçeli bir gasp.

Öcalan’la görüşürken, sivil siyasetin önünü kesmek; daha da ötesi cezalandırmak; binlerce insanı aylarca yıllarca içeride tutmak: Doğrudan doğruya isyana teşvik, silaha sarılmayı özendirmek; kısacası kan dökücülük ve ülkeyi adeta zorla parçalanmaya götürmek; ki bu, Yeni Dünya Düzeni’nin patronları ve onların buradaki kahyaları hariç, Kürdüyle Türküyle hemen hemen hiç kimsenin istemediği bir şey.

Kürtlerin çok büyük çoğunluğu “bölünmek istemiyoruz” derken, Türk milliyetçilerinin sandığı gibi, takiye yapıyor değiller: Kürt önderliği, halkların yeni yeni ulus-devletler hâlinde ufalanmalarının sadece ve sadece global kapitalin işini kolaylaştırıp mutlak egemenliklerini kurmalarına hizmet edeceğinin ve ulus-devletin insanlara getirdiği kısıtlamaların, yeni ulus-devletler kurarak değil, ulus-devletin dokunulmazlarını kaale almayan yeni bütünlükleri işler kılmakla aşılabileceğinin çoktandır, üstelik belki de Türkiye’de başka hiç kimselerin olmadığı kadar bilincinde.

Mesele şu ki, AKP barış ve huzurun değil, kendi diktatörlüğünü başkanlık sistemiyle tahkim etmenin peşinde ve Meclis’te yeterli çoğunluğu sağlayabilmek için gözünü iyice karartmış vaziyette; Hizbullahçıları halkın üzerine salmaktan, kendi kendilerine karşı suikastlar düzenletmek ya da yeni Madımak’lar yaratmaya, kendisinden her şey beklenir derecede.