Geçen hafta açılan Sabahattin Tuncer sergisi için Kuzguncuk Harmony Galeri’deyim…

Geçen hafta açılan Sabahattin Tuncer sergisi için Kuzguncuk Harmony Galeri’deyim… Sabahattin’in yakın arkadaşı heykeltraş Mehmet Aksoy’da orada beraber dolaşıyoruz sergiyi. Ben de bu arada İnsanlık Anıtı ile ilgili son gelişmeleri sormaya çalışıyorum; ama Sabahattin’in yaygın lirik renklerinden de gözümü alamıyorum doğrusu. Sabahattin Tuncer ülkemizin önemli ressamlarından biri; istisnasız en belirgin yönü de modernist gelenekle olan kopmaz bağı. Ortalığı post modernizm tartışmalarının kapladığı günlerde yoğun okumalar içindeki Sabo ile sabahlara kadar süren Kuzguncuk tartışmalarından hatırlıyorum bu yönünü. 2006 yılında Akademililer Sanat galerisinde açtığı sergide kübizm referanslarına dönmüştü titiz bir işçiliği göstererek. Sanat dünyasını kavramsal ve hazır nesne işler kaplarken, o bir kez daha eski kökenlerin peşine düşmüştü ustalık çağında.  Son işleri açıkça şaşırttı beni. Renk, leke ve lirik hatta tek yüzey bir yere gelmişti tuvalleri. Bir taraftan usta Chirico’ya göz gırpan mavi puslu kent slüetleri, diğer taraftan Feininger ve  1950 modernizmin lirizmiyle hesaplaşan maviden açık maviye evrilen puslu lekeler.
 
KAVRAMLA DİLE GELEMEYEN
Sabo’nun başından itibaren Kant’ın sanatı tanımlarken öne sürdüğü, kavrama sığmayan, kavramsallaştırılamayan üzerine ilgisini çok yakından biliyorum. Sanatın güncel ve kavramsala evrildiği 60 sonrası dünya için önemli bir noktaydı bu. Malzemenin, boyanın kendi serüvenine inanmak biraz da bu. O figüratif dönemi olsun, ya da modernist geleneğin referanslarını olgun döneminde yeniden ele alan işleri olsun, kendi biyografisinin hala kavram seven (ki bir akademisyen kadar kuram okur kendisi) yönü olsun, bu dile sığmayan ya da malzemenin içinde yolculuğuna devam ediyor. Yeni kuşaklar tarafından tümüyle bilinmeyen bir yön bu. Hatta bazen küçümseme nedeni bile olabiliyor onlar için, aşılmadı mı bunlar babında. Hayır diyor Sabo son işleriyle, hep olacak olan bir sorgulamayı muştulayarak. 15 Mayıs Mehmet Aksoy’un doğum günüydü, onun meşhur böcek evindeydik; ve doğal olarak yoğun bir tartışmanın içine giriverdik Sabo sayesinde, inançlı modernist duruşuyla; Kübizmden, Dada’ya, oradan Rus biçimcilerine ve fütüristlerine unuttuğumuz geniş akrabalıkları hatırlayarak. Arada Aksoy’un tansiyonun çıkacak esprilerine aldırmadan refenanslarla konuşuyordu malzemenin ressamı.
 
LİRİZM GERİ DÖNER Mİ?
Son yıllarda tartıştığımız bir şey bu hep. Lirizmin aslında hayatımızdan ne kadar silindiği üstüne, birden orta çıkan mızmızlanmaları hatırlıyorum. Evet yükselen kavram ve ironi kültürü, lirizmi unuttudu gibi. 1920’lerin öncü modernistleri ve hemen arkasından gelen 1950 atağının en önemli yönüydü lirizm. Ressamları şairler ve edebiyatçılarla birlikte harmanlayan büyük bir nefes alanıydı. Bedri Rahmi’yi, Turhan Erol ya da Burhan Uygur’u Sait Faik, Orhan Duru ve Yaşar Kemal’le buluşturan verimli bir mevziydi lirizm. Sabo’nun son işlerini de bir tür selam olarak anlıyorum geçmişte kalan bu döneme. Şimdi sanatçılar daha çok felsefeciler ve sosyal bilimcilerle iç içe; bu da çok verimli bir işbirliği doğrusu; ama yine de İnsanın en önemli yönlerinden birinin hafiften unutulması beni hüzünlendirmiyor değil. Sabo’nun bendeki bu yönü hatırlatması bile, yoğun bir kavramsallıkla boğuşan beni rahatlatıyor doğrusu; üstüme uçuşan pulu mavilerle birlikte. Sergi 25 Mayıs tarihine kadar Kuzguncuk Harmony'de izlenebilir.