“Kocatepe Camii ucubedir” demişti mimarlık okuyan bir arkadaşımız.

“Kocatepe Camii ucubedir” demişti mimarlık okuyan bir arkadaşımız. Kızılay’da sohbet ediyorduk. Halil, buna hemen itiraz etti: “Camiye ucube diyemezsin”

Mimar arkadaş güldü; “Ben ‘cami’ye ucube demiyorum, Kocatepe Camii’ne ucube diyorum”

80’lerin sonlarında Kocatepe Camii sık sık tartışılırdı. “Modern” Ankara’ya İslam motifi kazandırmak için yapılan; alt katındaki süpermarketiyle AKP’nin gelişini o günlerden müjdeleyen bir bina.

“Osmanlı’nın camileri dönemlerinin mimari evrimini yansıtan simge yapılar. Selçuklu ve Osmanlı’daki neredeyse tüm camiler “ilerici” sanat eserleri. Çağ değiştikçe mimari anlayış da değişir. Kocatepe’nin ise hiçbir mimari değeri yok. Ankara’nın ortasına bir kitsch yerleştirildi.

Bu ucube olsa olsa din-ticaret işbirliğini, sanat ve estetik düşmanlığını, ‘ben yaptım oldu’ zihniyetini yani ‘çağ atlama çağı’nı simgeler. Kocatepe, günümüz mimari tarzlarını yorumlayan eşsiz bir sanat eseri olabilirdi. Pek sevdiğin sağcı zihniyet onu Selimiye’nin berbat bir replikası heybetli bir ucube haline getirdi.”

Mimar konuştukça, Halil yelkenleri suya indirdi. Neden sonra sadece şunu söylebildi:

“Haklısın ama bu da bir şey”

Kızılay’daki sohbetimizden 23 yıl sonra Halil’le karşılaştım. Geçen dönemde “külyutmaz bir liberal” ve “koyu bir Ak Partili” haline gelen Halil, konuyu 2009’da yazdığım “1 Mayıs’ta Taksim’e Çıkılmasın” başlıklı yazıya getirdi:

“Sen çıkılmasın dedin ama çıkıldı ve gayet güzel bir 1 Mayıs kutlaması oldu.”

2009’da, 1 Mayıs’ta Taksim ısrarını pek anlayamadığımı yazmıştım. John Fowles’in “Yaptığın muhalefet muhalif olduğun şeyi güçlendiriyor mu, zayıflatıyor mu?” sorusundan hareketle; işçi sınıfının esas derdinin, Taksim’e çıkmak değil, 1 Mayıs’ı egemen sınıfları en çok korkutacak şekilde değerlendirmek olması gerektiğini belirtmiştim.

Benim önerime göre 1 Mayıs’ta (bir sosyalist olarak, sosyalist kimliğe sıkı sıkı sarılarak ve sırf 1 Mayıs’ın şerefine) akraba ziyaretlerinde bulunmak; anneyi, babayı, eşi, çocukları dinlemek; mahallede ücretsiz onarımlara girişmek, cami kahvesindeki hacı dedelerle konuşmak ve bunları organize biçimde yapmak; Taksim’de 1 Mayıs kutlamaktan çok daha ‘etkili’ olabilirdi.

Köşe yazısının yazılmamış kurallarına uygun olarak, düşüncelerimi sonu nokta ile biten kesin cümlelerle değil, soru işaretlerinin koruyucu atmosferinde sunmuştum. Oysa şimdi, Halil’le teke tek konuşurken üslup kaygısı taşımama gerek yoktu.

“1 Mayıs 2011 ucubedir.” dedim. “Hele de AKM’nin önüne asılan o dev işçi resmi tüm bu etkinliği özetleyen simgesel ucubedir.”

Halil, çeyrek yüzyıl önce Kızılay’da yaptığımız “Kocatepe ucubedir” tartışmasını çoktan unutmuş gibiydi. Hipnoz altındaki her AKP’li gibi tüm yolların, tüm kavşakların, tüm binaların, hatta tüm sözcüklerin AKP döneminde türediğine inanmıştı. Bu nedenle patentini hemen başbakana verdiği “ucube” sözünü kullanıp “takipçi” durumuna düşmeme sevindi önce.

“O resme ucube diyemezsin” dedi.

“Ben o resmin sanatsal değerine, tarihsel anlamına ‘ucube’ demiyorum. Gününüzdeki bu ‘kullanış tarzı’na ucube diyorum” diye karşılık verdim.

“Eğlenmek herkesin hakkı. Bir araya toplanmak da fena bir şey değildir ama sözkonusu 1 Mayıs gösterisiyse bunlar öncelikli olamaz. Bu yıl 1 Mayıs, AKP’nin ‘bu memlekete demokrasi gelecekse onu da biz getiririz’ diye böbürlenmesinden başka hiçbir işe yaramadı. Tek bir egemenin bile gözü korkmadı, sistemin tek bir dişlisi bile sarsılmadı. 1 Mayıs tıpkı bir televizyon dizisi veya magazin haberi gibi bir tüketim nesnesi, hatta tüketilmiş bir imge haline getirildi; bir tür “nostaljik tramvay”a dönüştü. Sanki taşeronlaşan, iş güvencesi yoklaşan, sendikasızlaştırılan, gerçek ücretleri yarıya inen işçi ve emekçiler gerçek değilmiş gibi, 1 Mayıs’ta ‘mutluluğun resmi’ çizilmeye çalışıldı.

AKM’nin önüne asılan o resim, işçi, emekçi, devrimci hareketini ‘nostaljik’leştirmesi anlamıyla ‘ucube’dir. Ayrıca her zaman estetiğin ve sanatın lokomotifi olması gereken devrimciliği muhafazakarlaştırması ile de 'ucube'dir. Oraya yeni bir resim asılabilirdi. Bu yapılmadı, geçmişi birebir kopya etmek tercih edildi. O işçi resmi bu kullanımla ancak Kocatepe Camii veya AKP kadar devrimci olabilir.”

Halil bana "bu nankörlere ne yapsak boş" gibi bir ifadeyle acıyarak baktı.

“Polisler işçilere saldırsaydı daha mı iyi olurdu? Hiç mi olumlu iş yoktu bu 1 Mayıs’ta?” diye sordu.

“Bana hükümet ağzıyla konuşma yahu” dedim. “Polisle işçinin çatışması değil; elele verip bu bezirganları altetmesidir gereken. İşçiler bir eylem yapacaklarsa bu eylem işçilere yaramalı, ‘biz devrimi çok sevmiştik’ diye Disneyland turu atmak isteyenlere değil. Çünkü devrim filan olmadı bu ülkede: darbe oldu ve biz darbeyi hiç sevmemiştik. Hala da sevmiyoruz.”

Halil’in gözleri yaşardı, ne zaman başı sıkışsa böyle yapar kerata. Baktım çok yüklendim, bir de güzel söz söylemek istedim.

“Zıpır Kürtlerin, Atatürk heykelinin kafasına Abdullah Öcalan resmi koyması ilginçti sadece” dedim. “Hem Ahmet Altan’a gecikmiş bir selam yolladılar, hem de tek bir resimle anlayana roman yazdılar”

Halil romanları pek sevmez, o sadece kişisel gelişim kitaplarını okur. Bu nedenle beni anlamadı ama ses tonumdan olumlu bir sonuç çıkardı. Yüzü güldü.

“Haklısın...” dedi keyifle sırıtarak. “Bu da bir şey”