amudan istifa ederek milletvekili aday adayı olanların önemli bir kısmı MHP'yi seçmişler. Özellikle valiler ve polis şefleri... Bu durumda, ister istemez çeyrek yüzyıl öncesine gidiyoruz, 12 Eylül duruşmalarına...

adnanbostancioglu@birgÜn.net

Kamudan istifa ederek milletvekili aday adayı olanların önemli bir kısmı MHP'yi seçmişler. Özellikle valiler ve polis şefleri... Bu durumda, ister istemez çeyrek yüzyıl öncesine gidiyoruz, 12 Eylül duruşmalarına... MHP davasında, yanlış hatırlamıyorsam Agah Oktay Güner'di, aynen şöyle demişti savunmasını yaparken: "Fikirleri iktidarda kendisi hapiste tek siyasi hareket biziz!"

Bu MHP'nin 12 Eylül'le ideolojik örtüşmesi-nin ifadesiydi. Elbette sonradan bu duruşun karşılığını aldılar.

12 Eylül'den sonraki yıllarda hangi parti(ler) hükümet olursa olsun, MHP'nin devlet aygıtı içindeki etkin örgütlenmesi hiç kesintiye uğramadı. Daha ziyade güvenlikle ilgili birimlerin vazgeçilmez kadroları MHP'lilerden seçildi. Nitekim, işte sıra sıra valiler, polis şefleri milletvekili olmak için ait oldukları yere dönüyorlar.

Yakın tarihimize baktığımızda, faili meçhul cinayetlerden gaz bombalarıyla, coplarla karşılanan gösterilere kadar her faaliyetin hangi eller tarafından yürütüldüğüne dair, herhalde daha berrak bir fikir edinmiş oluyoruz.

• • •

Bağımsız adayların oy pusulasında yer alması için AKP hamlesi gerçekleşti. Maksat malum, Doğu ve Güneydoğu'da okuma yazma oranı hayli düşük DTP seçmeninin kafasını karıştırmak... Farklı bir oy pusulasını zarfa koyup sandığa atmak yerine, okuyamadığı listede aday işaretlemeye çalışacak yaşlı Kürtler...

Bir tek parti de çıkıp "durun, ayıptır" demiyor. Kürtlerin geçersiz oylarını ganimet belleyip hep beraber yağmalamak derdindeler. Bunların iktidar için gözü dönmüş. Bu yapılanın Türkçede 'kumpas'tan başka bir karşılığı var mı allaşkına?

Bir kez daha anlaşılıyor ki, hepsinin demokrasi sınırı kendi iktidarlarına izin verecek bir alandan ibaret. Yüzde 10 barajına nasıl kıskançlıkla sahip çıktıklarını biliyoruz, AKP'sinin de, CHP'sinin de... Daha demokratik bir temsilden söz açılınca tüyleri diken diken oluyor.

Bakın buraya yazıyorum: Yüzde 10 barajı ne zaman değişir? Sözgelimi hükümette olan parti ya da partiler, bir sonraki seçimde Meclis'e girememe ihtimali sezerlerse, barajı aşağı çekerler. Üstelik, bunu demokratik temsilde adalet kisvesi altında yaparlar...

• • •

Arjantin'den 235 bin ton GDO mısır ithal etmişiz. Muhtemelen biliyorsunuz, GDO, genetiği değiştirilmiş organizma anlamına geliyor. Gıda olarak kullanılan kimi organizmaların

Halve gidiş

(mısır, domates, soya vb.) genetik yapıları ile oynanarak yüksek üretim sağlanıyor. Lakin konu biraz tartışmalı. Bir yanıyla açlık sorununa çözüm üretmenin yolu olarak savunuluyor. (Tabii bu dolmayı, sadece gezegendeki kaynakların varolan nüfusa yetmediği martavalına inananlar yutar, ayrı mesele...) Diğer yanda ise GDO'nun insan sağlığı, hatta bitki ve hayvanların geleceği açısından önemli riskler barındırdığı söyleniyor.

Uzatmayalım... Sonuç olarak tartışmalı bir ürün ithal edilmiş ve yetkililere bakılacak olursa, tavuklara yem olarak verilecekmiş.

Ziraat Mühendisleri Odası, Tarım Bakanlı-ğı'na başvurup ithal mısırın analiz edilmesini istemiş. Tarım Bakanı Mehdi Eker kabul etmi-yormuş, "yasal zorunluluk yok" diye...

Cahit Aral'ı hatırlarsınız, eski Sanayi Bakanı... Çernobil faciasından sonra "çayda radyasyon var" diyenleri vatan hainliği ile itham etmişti. Doğu Karadeniz'de bugün karşılaştığımız manzara ortada.

Bu adamlar hiç değişmiyorlar, farkında mısınız? Sanki gizli bir merkez var ve hep birbirine benzer tipleri 'Bakan' olarak klonluyor. Yıllar geçiyor, Aral gidiyor Eker geliyor. Hep vatanperver, hep hizmet için yanıp tutuşan devlet büyükleri... "İnsan sağlığı" falan diyorsun, "yasal zorunluluk yok" diyor.

• • •

Geride bıraktığımız hafta, birbirine çok benzeyen iki 'vazgeçme' olayına tanık olduk. Önce, kapağı açık bırakıldığı için düştüğü belediyenin rögar çukurunda hayatını kaybeden 5 yaşındaki Dilara Dumrul'un ailesi şikâyederinden vazgeçti. Hemen ardından da, Cevahir Alışveriş Merke-zi'nde merdiven ile balkon arasında bırakılan boşluğa düşüp ölen 3 yaşındaki Ayşe Nur Öz-baş'ın ailesi...

Dumrul ailesi, para almadıklarını söylüyor.

Özbaş ailesi de para almamış ama onların vazgeçme gerekçesi ilginç: Din adamlarına danışmışlar. Hoca efendiler, "Çocuğun yaşı çok küçük. Dava sürecinde ruhu incinir. Öteki dünyada azap çeker" demiş.

Şimdi bu durumda ne demek lazım, bilemiyorum.

Memleketin hali, bu. Birileri insan hayatına zerre kadar kıymet vermediği için, üç yaşında, beş yaşında çocuklarını kaybeden aileler, sorumlulardan hesap sormuyor. Aileleri ayıplayacak halim yok. Bu perişan insanların kimbilir ne tür nedenleri var. Ama şöyle ya da böyle, bu ülkede suçlular aynı zamanda güçlüyse, bir şekilde cezadan muaf kalıyor. Latin Amerikalı bir rahibin vaktiyle dediği gibi, "Adalet de tıpkı yılanlar gibi, yalnızca çıplak ayaklıları ısırıyor."