Kolum kanadım kırık. İçimden

Kolum kanadım kırık. İçimden yazmak da gelmiyor, bağırmak da, ağlamak da. Yıllardır hasretini çektiğim ve geldim geleli her gününü bir tatil gibi yaşadığım Türkiye'ye dönüşüm bitti.

Her seferinde Türkiye'deki çarpıklıkları "aman bunun çok daha beteri İngiltere'de de var" diye bana hoş gösteren mutluluk formülüm işe yaramıyor artık. Evimi tamir ettirebilmek için bile benden istenen rüşvetlere gülüp geçmiş, bana "Almancı yolunacak kaz" muamelesi yapan esnafla kafa bulmuş, İngiliz politikacıların on yıllardır uyguladıkları kurnazlıklarla politika yapmayan çalışan "Anadolu Kaplanları" beni eğlendirmişti. Ciddi bir gusto ile 30 senedir kaçırdığım Türk sineması, müziği, romanı, sanatı boşluğumu doldurmaya çabalıyor, bol bol okuyor, sinemalardan çıkmıyordum. Entelektüel geçinip kitap hatta gazete bile okumayan, insan hakları savunucusu olduğunu söyleyip cinsellik konusu açılınca ter basan, Müslüman olmayı iktidar yoluna çeviren bireylerin arasına vatanıma dönmüştüm. Torpilsiz, adamını bulmadan hiçbir şey yaptıramamaya, çıldırtıcı bürokrasiye, kimsenin adlarını bile bilmediği bir sürü sendikalı bir ülkeye, iktidar olmak istemeyen muhalefete, İstanbul'u bilmeyen taksi şoförlerine, babası, abisi, kocası, mahallesi istedi diye kapanan kadınlara, kompleksli ve diktatör kamu hizmetlilerine, çevremde az sayıda sosyalistle yaşamaya, İstanbul'un Türkler tarafından önce fethedilip sonra rezil edilmiş olduğunu görmeye, demokrasinin üzerindeki asker gölgesine, korkak, riyakâr ve 'patron köpeği' köşe yazarlarına, imam hatip lisesi zevksizliğine alışmıştım.

Ama hâlâ vatanımın bildiğim diğer ülkelerden tercih edilir bir yönü vardı. Yaşadığımız dünyanın en iğrenç ve yüz kızartıcı suçu olan ırkçılık Türkiye'de daha az görülüyor, özelliklede "enstitüleşmiş ırkçılık" ABD, İngiltere, Almanya, Hollanda, Fransa veya İskandinav ülkelerinde olduğu kadar hayat karartmıyordu.

Milliyetçilik içi boş bir böbürlenme. Aşırı milliyetçilik ise ırkçılığa ve kargaşaya giden en kısa patikalardan biri. Ötekine dini farklılığından dolayı ayrımcılık yapmak hatta ondan nefret etmek dünyamızın en sık görülen sorunlarından biri. Türkiye'de bu ikisinden de artık hayatlar kararıyor. Hrant Dink'i bunlar katletti. Maalesef bu nefret duyguları bundan sonra da öldürmeye devam edecekler, çünkü Türkiye'nin kurumları Hrant'ın katlinin gerektirdiği tepkiyi göstermediler. Bizler Hrant'ı toprağa vermeye hazırlanırken Meclis gizli oturumda 'Türk ordusu Kerkük'e girsin mi'yi tartışacak! Türkiye baştan başa AKP'nin "Kurban olam ayına yıldızına" afişleri ile donatılmış! Daha sonra da ABD'den geçecek olan 'soykırım' yasasına karşı "atalarımız öyle bir şey yapmaz" müdafaası başlayacak! Devletin İstanbul Valisi daha Hrant gömülmeden suikastın örgüt işi olmadığı müjdesini hepimize verdi! Bu ne sürat vali bey? Hrant'ı koruyamadınız ama maşallah 17 yaşındaki çocuğu 5 dakikada bülbül gibi şakıttınız. Başbakan da "Cinayetin çözülmesi ders olsun" diyor, valisinden, polisinden memnun. O ikiyüzlü, riyakâr, 'sistem ve iktidar köpeği' köşe yazarları da timsah gözyaşları arkasından "yabancı mihraklar", "Türkiye'yi karıştırmak isteyen yabancı istihbarat teşkilatları", "bireysel uyuşturucu çılgınlığı" falan diye geveliyorlar. Yani mesele kapanmıştır; ortada derin ve ağır bir ırkçılık sorunu yoktur. Irkçı bir çete falan yoktur. 17 yaşındaki çocuk Karadenizliliğin verdiği ani bir feveran ile İstanbul'a gelmiş ve hiç tanımadığı birisini öldürmüştür!

Karadenizliyim. Beni tanıyanlar bilir, sık sık "memleket batmıyorsa Karadenizliler sayesinde" diye kendimce espri yaparım. Bir daha asla bu şakayı tekrar etmeyeceğim.

Yarın hiç tanışmaya fırsatım olmadığı bir yakınımı gömmeye gideceğim. Güle güle Hrant, hoş geldin Kürşad.