Geçen pazar Karl Marx’ın mezarını ziyaret ettik.

Geçen pazar Karl Marx’ın mezarını ziyaret ettik. Londra’nın meşhur Highgate Mezarlığı birçok ünlüye ev sahipliği yapıyor. Bu mezarlıkta Marx mücadele ettikleriyle aynı alanı paylaşıyor. Mezarlığın doğu kanadı sosyalizm mücadelesine kendisini adamış olanlara, batı kanadı ise aristokratlara ayrılmış. Ziyaretçilerin en çok uğradığı yer ise Marx’ın mezarı. Tek tek ve grup olarak gelenler onu ziyaret edip fotoğraflar çektiriyorlar.

Marx’ın mezarını ziyaret etmek istiyorsanız beş sterlin, eğer aristokratların mezarlığını ziyaret edecekseniz yedi sterlin ödemek zorundasınız. Buradan sağlanan gelir mezarlıkların bakım, onarım ve temizliği için harcanıyor. Ama görünen o ki doğu kanadı bu gelirlerden çok fazla faydalanamıyor. Batı kanadı oldukça şaşalı ve bakımlı, doğu kanadı ise genel geçer bir temizlik ve bakım dışında oldukça sade.

Kimler yok ki Highgate mezarlığında...

18 Kraliyet akademisyeni, Londra’da belediye başkanlığı yapmış 6 Lord ve Londra’nın tanınmış köklü iş dünyasının ailelerinden Foyles, Negretti-Zambra, John Lobb, P&O, Quaritch ile edebiyat ve sanat dünyasından birçok isim…

Komünist liderler ise yan yana yatıyorlar. Karl Marx’ın mezarının hemen solunda şimdilerde ülkesi işgal altında olan Irak Komünist Partisi’nin ünlü lideri Saad Saadi Ali ve sağında yine bir zamanlar

Dünyanın başka sorunlu bir bölgesi olan Güney Afrika Komünist Partisi Lideri Dr. Yusuf Muhammet Dadoo’nun mezarı yer alıyor ve küçük bir anekdot; Stalin Marx’ın mezarını Sovyetler Birliğine aldırmak için İngilizlere 10 milyon sterlin karşılığı altın önerir ama İngilizler bunu kabul etmez ve mezar bugünkü yerinde kalmaya devam eder. Eğer İngilizler bu teklifi kabul etseydi Marx sosyalizmin ilk deneyiminin yaşandığı Rusya da sosyalist bloğun çöküşü ve ardından yaşananlara tanıklık edecekti.

Kapitalizmin öcü gibi korktuğu ve bir canavar gibi gösterdiği Marx’ın düşünceleri ise her şeye rağmen bugün ve gelecekte tarihsel haklılığını korumayı sürdürüyor. Kapitalizmin yaşadığı derin bunalımlar, dünyanın yoksulları ve tüm ötekileri ile onların sırtından geçinenlerin savaşı her geçen gün daha da derinleşiyor. Kapitalist dünyanın renkli boyası krizlerin daha da derinleşmesiyle dökülüyor ve ne kadar boyanırsa boyansın gerçek değişmiyor. Marx her defasında haklı çıkıyor ve her defasında kendisini tartıştırmayı sürdürüyor. Her krizinin ardından Marx’ın hatırlanması gerek.

Londra’nın meşhur serbest kürsüsü de yine Marx’ın işci sınıfına burjuvazinin meydanlarda dövüşmekten korktuğunu söyleyip, işçi sınıfına Hyde parkı protesto alanı olarak göstermesiyle ortaya çıkar. 1866'da Marx’ın da içinde bulunduğu reform grubunun lideri Edmud Beales’in 200 bin göstericiyi Hyde Park’a yürütmesi ve Parkı çevreleyen çitlerin ve kapıların göstericiler tarafından yıkılıp işgal etmesiyle Hyde Park’ın tarihi değişir. Bu tarihten itibaren muhalifler burayı kendilerini ifade ettikleri bir alan olarak kullanmaya başlarlar. 1872’de başbakan bir zamanlar darağaçlarının kurulduğu, idamların sergilendiği tarafa bakan kısmı serbest kürsü (Speakers Corner) ilan eder. Bugün bu alan birçok göstericiye ve konuşmacıya ev sahipliği yapmaktadır. İslamcısı, Sosyalisti, Hıristiyan’ı, Yahudi’si bu alanı birlikte paylaşmaktadır. Her pazar renkli görüntülerin oluştuğu serbest kürsüde herkes kendi düşüncesini etrafında toplanan insanlara anlatmakta ve yaşanan canlı tartışmalar oldukça ilgi görmektedir.

Çoğu zaman bu tartışmaları izlerken kendinizi kaptırır ve adeta heyecanlanırsınız. Konuşmacıların dikkat çekmek için kullandıkları yöntemlerin ilginçliği ise gerçekten görünmeye değerdir.

Bu alanı sadece Türkiyeli muhalifler kullanmaz. Nedendir bilinmez hala kendimizi kendimize anlatmakla, kendimizi kendimiz gibi olanlara ajite etmekle meşgulüz.

Londra’nın Türkiyelilere ait kuzey bölgesinde duvar yazılamaları yapanlara bu yüzden biraz da hayretle bakarsınız. Bulunduğu bölgeyi kendi kurtarılmış bölgesi sanan, dernekçiliğe sıkışmış ve kendini aşamamış yapılar yıllardır aynı şeyleri tekrar edip durmalarına bir anlam yüklemek istersiniz ama anlamsız o kadar çok şey vardır ki, bulaşmamak en iyisi dersiniz.

Oysa Hyde Park gibi onlarca alan, binlerce, yüz binlerce insanın akıp geçtiği, ilgi duyduğu, dinlediği, sorduğu, konuştuğu alanlardır. Ne yazık ki bu alanları Türkiyeli muhalifler kullanmayı akıllarından bile geçirmemektedirler. Belki de bu yüzden dünyanın en büyük direnişine sahne olan Türkiye cezaevleri konusunda bile Avrupalılar bihaberler…