İçinde yaşadığımız toplumları devlet, ekonomi ve sivil toplum olmak üzere, birbiriyle ilişkili, üç ana alana ayırarak inceleyebiliriz.

İçinde yaşadığımız toplumları devlet, ekonomi ve sivil toplum olmak üzere, birbiriyle ilişkili, üç ana alana ayırarak inceleyebiliriz. Toplumun bütününe yönelik bir vizyon ya da proje sahibi olmak, söz konusu üç alana ayrı ayrı olduğu kadar, bütüncül bakabilmeyi de gerektirir. Belli bir zaman kesitinde hegemonya kurmayı başaran siyasi projeler, bu üç alana, belli bir bütünlük içinde, kendi güçlerini ve değerlerini empoze etme yetisini gösterebilenlerdir.
Bugün içinde bulunduğumuz siyasal bağlam dikkate alındığında, söz konusu hegemonya projelerine ilişkin üç önemli tespit daha yapılabilir. Birincisi, hegemonya projesinin başarısı, devlet, ekonomi ve sivil toplum alanında tanımlanan önemli pozisyonların ve bu pozisyonları tutan aktörlerin doğrudan (eskilerin tasfiyesi ve kendi aktörlerinin bu konumlara yerleştirilmesi) ya da dolaylı olarak (hizaya çekerek) iktidarla uyumlu hale getirilmesini gerektirir. İkincisi, hegemonya kurma süreçleri hegemonyaya konu olan toplumsal kesimlerin rızasına dayandığı kadar, gerekli olduğu durumlarda, zor içeren (davalar, para cezaları vs.) uygulamaları da içerir. Yani hegemonya inşası rıza ve zor arasında hasas bir denge kurmayı gerektirir. Üçüncüsü, hegemonya kurma süreçlerinin görünen yüzü kadar (devlet, ekonomi, sivil toplum), derinlerde (derin-devlet, derin-ekonomi, derin-sivil toplum) inşa edilen uzantıları da vardır.
İçinde bulunduğumuz dönem mevcut iktidarın merkezinde olduğu bir hegemonya inşa sürecine şahitlik etmektedir. Ancak mevcut iktidardan söz ederken, bunu basitçe AKP’ye indirgememek gerektiği de açıktır. AKP içinde ve etrafında örgütlenmiş kesimler yanında,  bu kesimle ittifak içinde, daha geniş bir iktidar bloğunun varlığından söz edilebilir.  Ancak bir şey kesin ki, bugünkü iktidar bloğu içinde, en önemli ayağı Gülen cemaati olarak bilinen kesim oluşturmaktadır.
Söz konusu yapılanmanın önemli özelliklerinden birisi, faaliyetlerinin yaygınlık ve derinlik düzeyiyle karşılaştırıldığında,  kamusal alandaki görünürlüğünün sınırlı olmasıdır. Cemaatin faaliyetlerinin dikkate değer bölümünün görünür yüzeyin altında gerçekleşmesi bu kesime yönelik, yer yer korkulara da neden olan bir gizem yaratırken, söz konusu faaliyetlerin izlenmesini de zorlaştırmaktadır.
Cemaatin sivil toplum alanındaki faaliyetleri ve kat ettiği mesafe dikkat çekici boyutlarda. Yurtiçi ve dışında sahip olduğu okullar, yurtlar, kurs ve yardım programlarına yönelik övgüleri meydanın farklı kalemlerinden zaman zaman işitiyoruz. Yoksulluk gettolarını örgütleme hızları da ortada. Devletin sol tarafı çökerken, bu hiyerarşik ağ örgütlenmesi toplumun azımsanmayacak bir kesimini hedefleyen maddi/manevi destek programlarıyla, yoksulluk alanlarında cirit atmaktadır.
Bu faaliyetler için kaynağın sağlandığı ekonomik alanda da,  Cemaatin doğrudan ya da dolaylı ilişkide olduğu şirketlerin yükselişi konusunda, çok ayrıntılı olmasa da, bir fikre sahibiz. Bu yükselişte devlet ihalelerinin ve sağlanan çeşitli kolaylıkların önemli payı olduğu biliniyor. Son dönemde başta İstanbul olmak üzere, birçok kentte bu kesimle ilişkili vakıflara, her türlü engel aşılarak, değerli kamu arazilerinin tahsis edildiğini biliyoruz. Bu tür tahsislerin sayısı ve mali büyüklüğü önümüzdeki dönemin araştırılması gereken konuları arasında yer alıyor. Ancak kesin olan bir durum var ki, cemaatin ekonomik alandaki faaliyetleri çok büyük boyutlara ulaşmış bulunuyor.
Bu sürecin devlete ilişkin boyutuna gelince; burada daha karmaşık bir durum var. Yukarıda görünen yüz olarak AKP hükümetini izliyoruz. Ancak görünen o ki, derinlerde de hegemonya inşa süreci hızla ilerliyor. Yakın zamana kadar Cemaat çevreleriyle iyi ilişkiler içinde olduğu bilinen, Eskişehir Emniyet Müdürü Hanefi Avcı’nın birkaç gün önce piyasa çıkan kitabı, derinlerdeki inşa sürecini ifşa etmesi açısından, dikkat çekici bilgi ve değerlendirmeler içeriyor.
Bu tür ilişkilerin içinde uzun süre kalmış birisinin bu kitabı ne tür gerekçelerle yazdığını bilecek konumda değiliz. Ortada bir hesaplaşmanın olduğu kesin. Ancak kitapta ciddiye alınması gereken bilgilerin bulunduğu da tartışmasız. Cemaate yakın isimlerden Zaman Gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce,  ‘Hanefi bey ile dostluğumuz var. Onunla görüşmeden cevap vermeyeceğim. Ama şunu söyleyeyim Henefi beye yazdıkları yakışmadı’ demekle yetiniyor.
Hanefi Avcı’nın söyledikleri arasında bilmediğimiz şeyler yok. Ancak Avcı sıradan bir kişi değil. Hem Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde üst düzey yönetici, hem de Cemaat çevreleriyle yakın ilişkileri olan bir şahsiyet. Bu nedenle sağlandığı bazı bilgiler üzerinde dikkatle durmak gerektiriyor. Birincisi, Avcı Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT içinde cemaatin görevlendirdiği  “imamların” kilit pozisyonlar tuttuğunu söylüyor. Bu değerlendirmeden güvenlik birimlerinin resmi hiyerarşisinden farklı, derin bir cemaat hiyerarşisinin bu kurumlar içinde etkin olduğunu gösteriyor. İkincisi, Emniyet yapılanmasına ek olarak, cemaatin kendi istihbarat yapılanmasının bulunduğunu, geniş dinleme alet ve araçlarına sahip olduğunu ve bunların Emniyet’in istihbarat birimleriyle ilişki içinde geniş bir kesimi izlemek için kullanıldığını söylüyor. Üçüncü olarak, bu dinlemelerin ve elde edilen bilgilerin gerek devlet, gerek sivil toplum, gerekse de ekonomik alanda bazı kritik konumdaki kişilere yönelik, şantaj da dâhil olmak üzere, kullanıldığını ve belli kişi ve kurumları yıpratmaya yönelik sistematik biçimde medyaya sızdırıldığını öne sürüyor. Dördüncüsü, Avcı, bu yapılanmanın Emniyet örgütündeki terfi ve görevden almalarda etkili olduğunu, direnenleri cezalandırdığını ve yerinden ettiğini söylüyor.
Avcı’nın sağladığı bu bilgiler karşısında, Cemaat’e yakın isimler yalandır demekten kaçınıp, yakışmadı diyor. Baştaki tespitlere dönersek, yazılış nedeni ne olursa olsun, bu kitap gösteriyor ki, bugün karşı karşıya olduğumuz hegemonya projesi, toplumun geniş kesimleri referandum süreciyle uğraşmaya itilirken, yerin altında harıl harıl inşa edilmeye devam ediyor.  İktidarın yerin üstündeki bölümü, 12 Eylül darbecilerinden hesap sorma adına, toplumdan referandumda destek isteyip, demokrasi masalları anlatırken, yeraltındaki uzantılarının, tasfiye edilenlerin yerine, kendi karanlık güçlerini daha derin ve yaygın biçimde koyduğu ortaya çıkıyor.
Resmi böyle koyunca; iktidar blokunun dışında olmakla birlikte, Anayasa Değişikliği paketinin 12 Eylül sorumlularından hesap sormaya yönelik maddesine bakıp, evet diyenler için, ağaca bakmaktan ormanı göremiyorlar demek dışında bir şey kalıyor mu? Eğer gözleriniz görmüyorsa, eğilip kulağınızı bir an için yere dayayın; duyacağınız sesler yeraltındaki karanlık/derin devlet inşaatından geliyor!