Reha’yı anmak için Burgazada yolundayken... Kınalıada’ya yanaştığımızda...İskelenin sağındaki taşlı kumsalda...

Reha’yı anmak için Burgazada yolundayken...
Kınalıada’ya yanaştığımızda...
İskelenin sağındaki taşlı kumsalda...
Tek parça mayosu, sırtında havlusu ile 60 yaşlarında bir kadın akşam güneşinde oturuyordu...
Daha onu görür görmez...
İçimde nedensi  - nedenli bir sızıyla gelen...
‘İstanbul’da denize girmek’ diye bir imge ışıdı.
‘İstanbul Hayatı’nın duygusu diğer kent hayatı duygularının arasından rahatlıkla sıyrıldı ki hayatım bu şehirde geçmiştir...
Onun nasıl bir kıyıda oturduğunu derinden duyumsamak isteyip de, coğrafyayı, topografiyi devreye soktuğumda ise Osmanlı daha baskın oluyordu imgelem ve duyumumda.
Aniden ikisinin, Cumhuriyet ve Osmanlı’nın; o kadın, onun akşam güneşindeki o huzurlu hali ve şu sütliman deniz üzerinden ne kadar güzel, ne kadar sakin ve ne kadar organik olarak bir araya, yan yana, art arda geldiğini hissettim.

İstanbul üzerinden...

O zaman bir başka hayatın da...

Bir başka İstanbul Hayatı’nın da...

Özgür, demokratik ve sosyalist bir hayatın da...

Nasıl estetik, nasıl organik...

Bu kentin tarihine...

Bu kentteki hayatın akışına bağlanacağını düşünüp...

Büyük bir umuda kapıldım.

Handiyse yanımdakilere belli etmediğim bir sevince boğuldum.

O gece, kıyıdaki meyhanede bu umut ve sevinç beni hiç terk etmedi.