Bir bataklığa gömülürken çaresizce çırpınırsınız. Bir noktadan sonra içgüdüsel nitelik kazanan o çırpınış, dibe yolculuğunuzu hızlandırır ancak. Umarım Suriye’de o noktaya gelmemişizdir.

Çok iyi tesisatçı olan Walter, toprağı bol olsun, Türk meslektaşlarına ilişkin gözlemini; “Sizinkiler önce yapıyor sonra düşünüyor, önce kesiyor sonra ölçüyorlar” diye aktarırdı. Walter’in bizim ustalara ilişkin gözlemi, direksiyonunda Davutoğlu’nun bulunduğu Dışişleri için de geçerli.

25 Nisanda TBMM’de Suriye politikası konusunda bilgi veren Davutoğlu; “Yeni bir Ortadoğu doğuyor. Bu Ortadoğu’nun sahibi, öncüsü, hizmetkarı olmaya devam edeceğiz” diye bitirdiği konuşmasında, “Ortadoğu’da değişim dalgasını yöneteceğiz” derken, “Tarihin akışında, doğru safta, inandığımız insanlık değerleri adına özgürlük, adalet ve hakkın yanında ulusal çıkarlar açısından ise doğru yerde durduğumuzinancını dile getiriyordu.

Öncülük” iddiasındaki Türkiye, şimdi, Gaziantep’te bombalar patlar, PKK’nin silahlı eylemleri “vur kaç” taktiğinden “vur kal” taktiğine evrilir ve sığınmacı Suriyeliler’in sayısı 100 bine yaklaşırken; ne yapacağımı bir yandan ABD ile konuşuyor, bir yandan da Batı’dan yeterince destek göremeyişine yanıyor.

Evet, yeni bir Ortadoğu’nu doğuyor. Emperyalist güçlerin modern çağın altını olan enerji kaynaklarını paylaşmak için tüm taşları yerinden oynattıkları, sınırları yeniden çizmeye yöneldikleri bir Ortadoğu. Onların vurup kaçabileceği, şirketleri aracılığı alıp gidebileceği, ama bizim hep kalacağımız, vurulanlarla komşu olmaya devam edeceğimiz bir Ortadoğu

ABDnin düşünce kuruluşları Suriye ile ilgili savaş oyunlarını bunun için oynuyorlar. Hürriyet’in dünkü manşeti “ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan’ı temsilen üç takım halinde yürütülen ve bir gün süren simülasyonda, Gaziantep ve Kahramanmaraş gibi bölgelerde bombalamalar olması da konuşuldu. Oyunun sonunda Türkiye, Suriye’yi kısmen işgal etti. Esad rejimi düştüdiyordu.

Düşünce kuruluşları oyunlarını oyun olarak kalsınlar diye oynamazlar! Washington’da oynanan oyun, Gaziantep bombasının Türkiye’nin Suriye’ye müdahalesini hızlandırmaya dönük bir eylem olabileceği tezine uygun düşüyor!

Kimse yanı başında yeni bir dünya kurulurken onu yalnızca izlemeye dayalı bir dış politika gütmez. “Öncü olmak” ve “yönlendirmek” de, yapabiliyorsanız, “doğru safta, inandığımız insanlık değerleri adına özgürlük, adalet ve hakkın yanında ulusal çıkarlar açısından ise doğru yerde” olmak koşuluyla alkışlanacak bir tutumdur.

Ama sabah akşam Esad’ı ve rejimini “katil, cani, diktatör” olarak niteleyen iktidara ve onun Suriye politikasının savunucularına sormak gerek: Tamam, Esad cani, ama “inandığınız insanlık değerleri”nin olduğu “doğru saf”,  insanları Allahu Ekber çığlıklarıyla çatılardan atan, kafalarını kesen, kandırıp canlı bomba yapanların safı mıdır?

Amaçla araç arasında doğrudan bir bağ vardır. Ahlak ve insanlık dışı yöntemlerle ahlaki ve insani amaçlara ulaşılamaz. Özgür Suriye Ordusu insanları boğazlayıp damdan atarak mı özgürlük getirecek Suriye’ye? Esad’a ettiğiniz lafların binde birini onlara neden söylemiyorsunuz?

Artık güvenliğin sıfır olduğu, girenin çıkanın belli olmadığı, her türlü silahın gelip geçtiği bir Suriye sınırımız var. Sınırı bu hale getiren politika uygulamaya konurken, Esad’ın günleri sayılı kabul ediliyordu. ABD, Halep’teki çatışmaları “rejimin tabutuna çakılan çivi” olarak nitelemişti. Oysa, deneyimli Ortadoğu muhabiri R. Fisk’in Halep izlenimleri gösteriyor ki Suriye ordusu kentte duruma hakim ve muhaliflerin de söylendiği gibi bir desteği yok.

Suriye politikasının mimarları, en azından bizim tesisatçılar kadar kestikten sonra ölçmeyi akıl edebiliyorlarsa, bataklığa gömülmeye başladığımız şu günlerde bir tarafa fazla angaje olup olmadıklarını, Türkiye’nin manevra alanını iyice daraltıp daraltmadıklarını düşünüyor olmalılar.

Aksi halde, memleketin tek kozu; dün kardeş diye kucakladığını bugün cani ilan edebilenlerin U-dönüşü kabiliyetidir!