“Yolunuz açık olsun!”

“Yolunuz açık olsun!”

Her yolcuya söylenen bir dilek cümlesidir bu yukarıdaki..

Peki, her yolculuk böylesi bir dileği hak eder mi?

Eder mi?

Bu sorunun yanıtı nerede saklıdır?

Sorunun yanıtı; yolculuğun hedefinde olmasın sakın.

Neyi hedeflemektedir yolculuk?

Nereye, hangi hedefe ulaşmak için çıkılmıştır yola?

Bu soruların yanıtı, yolculuğun iyi dilekleri hak edip etmediğinin de yanıtı olacaktır.

Hedefe vardığın anda yeniden başlanması gereken yollar vardır; hedefi devrim olan yollar gibi…

Onlar bitmeyen yolculuklardır..

Birde hedefe varılınca orada demir atılacak yollar vardır. Faşizmin, siyasi İslamın, emperyalizmin, kapitalizmin aldığı yollar gibi. Bu tür yolculuklarda niyet hedefe vardığın anda demir atma, kazığı çakma doğrultusundadır.

Başbakan Tayyip Erdoğan bir konuşmasında “yol medeniyettir” diyor. Bir başka konuşmasında ise; “ Yol, tarihimizden de öğrendiğimiz gibi bağımsızlıktır, özgürlüktür. Yol kalkınmadır, ilerlemedir.” diyor.

Bu kadar geniş bir hedefi içeren bu ‘yol’u öğrendiğini söylediği tarih hangi tarih olabilir?

Malum tarihe doğru birkaç adım atalım bakalım karşımıza neler çıkacak;

Yıl 1965. Yer Kırklareli.. Pek çok yolcunun hocası N.Fazıl Kısakürek bir konferans vermektedir. Konferansın adı: “Halimiz, Yolumuz, çaremiz”.

Kısakürek’in konferanslarını hiç kaçırmayan Fethullah Gülen hemen ardından 1966 yılında İzmir Türk Ocağı’nda bir konferans verir. Konferansın konu başlığı: “Yoldaki işaretler”dir.  Bu yollardaki hedef, yani yolun sonu muhataplarınca malumun ilanıdır.

20 Mart Pazar günü Diyarbakır’da meydanlardan yükselen;“an azadi, an azadi” haykırışları da bir yolculuk ve hedefini vurguluyordu. Kürsüden çok net bir biçimde “ Demokratik Özerk Kürdistan” söylemi kalabalığa dalga dalga akıyordu..

Görüleceği üzere, kimi yolda seyredenler hedeflerini belirtmekten kaçınmamakta, açık, şeffaf ve net söylemlerle ve kararlılıkla yollarına devam etmekteler.

Düştüğü yolda kendini saklamak ihtiyacını duyanlar ise, bu yolculuğun hedefleri hakkında     ‘kutsal yalana’ başvuran faşizmin ve siyasi İslam’ın aktörleridir.

 ‘Kutsal yalan’ ibaresi neo-conservatism yani Yeni muhafazakar akımın babası olarak geçen ABD’li siyaset felsefecisi Leo Strauss’un icadıdır.

Leo strauss’a göre; “hakikat iki olamaz. Hakikat sadece havassa söylenir. Çünkü hakikat tehlikelidir. Avamın eline geçmemelidir. Avamın eline tutuşturulan esasen bir yalandır.

Avamı bu hakikatten uzak tutmak için filozof asil yalanlar söyler.

Yığınlarla direkt muhatap olunmaz ve onlara hakikat verilmez. Onlar asil (soylu) yalanlarla yönlendirilir, adam gibi bir arada yaşamaları sağlanır. Avamı bir arada tutmak ve onlara sahte bir anlam duygusu aşılamak için filozof çeşitli araçlar kullanmak zorundadır. Bu araçların başında din gelir. Filozof için her türlü araç mubahtır. Galeyan hissi, savaş durumu, dini duygular, cemaat hissi insanların idaresi ve devletin bekası için gerekli araçlardır. Filozofun kendisi dine inanmasa da avamda dini teşvik etmelidir. Ancak hakikatin künhüne sadece havas vakıf olmalıdır. “

İşte G.W Bush ABD’sinin Irak’ı işgal ederken başvurduğu, “kitle imha silahlarının mevcudiyeti ve demokrasi götürme” lafızlarının diğer adı “ kutsal yalan’dır.

Emperyalizmin söyleminde yeni bir şey yoktur. Bu gün Obama’nın başvurduğu da yeni muhafakar akımın “kutsal yalanları”dır.

Kaadafi’nin zulmünün yerini “kutsal yalanlar” zulmü almaktadır.

Görünen köy kılavuz istemez, saklansa da gizlense de girilen her yolun çıkışı ortadadır.

Yol belli, yolcular bellidir.