Köyde olsaydım şüphesiz çil horozun sesiyle uyanacaktım. Gelin görün ki kentteyim ve serçe sesleri ile uyandım bu sabah....

Köyde olsaydım şüphesiz çil horozun sesiyle uyanacaktım. Gelin görün ki kentteyim ve serçe sesleri ile uyandım bu sabah. Açık olan pencerenin dibine kadar uzanmış kollarıyla dut ağacı serçeleri konuk etmekte. Serçeler neşe içinde gün doğumuyla birlikte dutları mideye indirmekle meşgul. Zaten boşuna dememişler: ”Dutların ve kirazların tadını kuşlardan ve çocuklardan sorun!..” diye. Oysa ben ne dutların tadını sordum serçelere ne de
Çok oldunuz be serçeler
Kapatırım şimdi pencereyi
Dedim
Dinlemediler beni
Ben de kapatmadım pencereyi
Varsın dinlemesinler… 
diye Can Baba gibi şiir düzdüm serçelere. Sadece biraz daha açtım pencereyi... Genellikle insan uyanır uyanmaz gördüğü düşleri unutur, anımsamaz pek çoğunu...
Oysa gece gördüğüm rüya hala hafızamda canlıydı. ‘Hayırlara vesile’ rüyamda bir Adem Baba -şu dünyayı cehenneme çeviren Havva’nın eşi olan değil, ama ona yakın- bir başka benzeriyle atışıp duruyor. Adem Baba dedimse adı Adem değil de Sendika. Şimdi Sendika diye isim olur mu diyen okura ben ne diyeyim. Birincisi bu bir rüya. İkincisi yazıyı ben yazıyorum ve ben yazdıysam olur. Suratını hala ekşiten kardeşim beğenmediysen git berberinle sohbet et! Zaten ense tıraşın da gelmiş.. Bakın bu müdaheleci okurlar yok mu, konsantrasyonumun içine ediyor. Evet ne diyorduk.. Haa, Sendika adlı adem Baba ile ismi lazım değil bir benzeri karşılıklı restleşiyorlardı. Ama nerede? Ankara’nın ortasında bir tiyatro sahnesinde. Sendika adlı zat rolü gereği bağırıyor:
“Sosyal güvenlik yasasını alan da kaçan mı? Kıdem tazminatını alan da kaçan mı?
İşçiyi resmi simsarlar aracılığıyla alan da satan mı? İşsizlik Fonu'nu patronlara aktaran mı?”
Karşısındaki zat-ı muhterem kıs kıs gülüyor. “Hadi gel evde oturmayalım, pazara çıkalım. Yörsan, Sabah-ATV, Novamed, Tuzla işçisini orada satalım!”
Derken sahneye Hisarcıklı Şahabettin, Başçavuş, Hocaefendi ve bilimum zat-ı muhterem doluveriyor. Hep birlikte: “Hadi gel pazara çıkalım, işçiyi memuru, köylüyü orada satalım“ diye bir şarkıdır tutturuyorlar. Aşağıda sahne altında yüzbinlerce emekçi bağırışıp duruyor: “İşçiyiz, haklıyız!..” Bu gürültü patırtı arasında bir işçiyle bir memur karşılıklı söyleşmekte... İşçi sahneyi işaret edip: “Can çıkar huy çıkmaz” diyor. Memur ise:”Valla canları çıksın da varsın huyları ölü bedende kalsın, sonsuza dek seyretsin dursun bitki köklerini. Bana göre hava hoş...”
Derken serçeler giriyor devreye. Bakıyorum gün çoktan doğmuş. Bu rüyayı da ‘hayırlara vesile’ edip yorumsuz bırakıyorum...
• • •
Çarşamba günü yayınlanmak üzere bu yazı kaleme alınırken aynı anda kamu işçileri de bir saatlik iş bırakma hazırlığında. Ve siz bu yazıyı okurken Konfederasyon da eylem takvimini açıklayacak. Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur derler, nice çarşambalar yaşamış işçi sınıfı için, bu perşembenin de ne getireceği ayan beyan ortada. Sahneye konan oyun o kadar kendini tekrarladı ki artık gına geldi. Bugün yine sermaye-hükümet-sendika üçgenini oluşturanların dillerindeki nakarat bir Levent Yüksel şarkısı nakaratı: “Vazgeçilir gibi değil bu med- cezirler..."
Çok sevdiğim bir yakınım zaman zaman bana güzel fıkralar gönderir. Son gönderdiği fıkraya bir not düşmüş: ”En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir” diye...
Fıkra ise şöyle;
“Ünlü bir Amerikan futbolcusu karısını öldürmekle suçlanıyordu. Futbolcu yakalanmıştı. Ama karısının cesedi bulunamamıştı. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi. Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttuğu ülkenin en ünlü avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu: “Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? Bakın, şimdi 10’a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karısı bu kapıdan içeri girecek… 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10...”  Bütün jüri kapıya döndü fakat içeri giren olmadı. Avukat bir savunma dahisiydi, öldürücü hamlesini yaptı: “Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum..." Ancak jüri ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı. Mahkeme çıkışında avukat, jüri başkanına yaklaştı: “10’a kadar saydığımda siz de kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?”
“Doğru” dedi jüri başkanı; “Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu!..”
Ben bu fıkrayı okurken televizyonda işçilerin sokağa döküleceği haberi verilmekteydi. Çarşamba restleşip, perşembe emeğin haklarını gasp edip emekçiyi katledenlerin, Erdoğan ve Kumlu’nun ekrandaki suratlarına bir baktım; mahkeme salonunda gibiydiler ve kesinlikle kapıya doğru bakmıyorlardı.