Şahap Doğan ve Ercüment Yıldız; her ikisi de 14 yıldır tutuklu; önce idamla, sonra da müebbetle yargılanmışlar

Şahap Doğan ve Ercüment Yıldız; her ikisi de 14 yıldır tutuklu; önce idamla, sonra da müebbetle yargılanmışlar, bölücülükten. Oysa gerçek bölücülük, yüzde 10 barajında hâlâ ısrar ediyor olmak; zira bu baraj, pratikte, “Kürdüm” diyen Kürtlere Meclis’in yolunu kesmeye matuf, dolayısıyla ırkçı bir bölücülük. Tabiî, aynı zamanda ülkenin bir bölümünü, sadece temsil edilme hakkından mahrum eden değil, bu hakkı gaspeden bir zorbalık: Verilen oylar yüzde 10’u bulmayınca, sadece yok sayılmıyor; kendilerine oy verilmemişlerin hesabına yazılıyor; kısacası siyasal irade dolandırıcılığı. Ama aynı zamanda, haram da yemek: Kendilerine verilmemiş oylarla, kendilerini seçmeyenlerin vekili konumunu işgal edenlere, aldıkları maaştan kazandıkları hak/prestij/avantaj/rant ve dokunulmazlığa, bu sayede elde ettikleri her şey, aslında haram...

Bu arada, ‘savaşma, konuş’ kampanyası düzenleyenler ve bu kampanyaya destek verenler var. Ne kadar farkındalar, bilmiyorum; ama, ‘konuşma’nın önündeki en büyük engelin mevcut iktidar olduğunu ortaya koymak bir yana, tam tersine bu gerçeği gizlemiş, faturayı da konuşturulmadıkları için silaha sarılanlara çıkartmış oluyorlar: Kürtler giremesin diye, en başta yüzde 10 barajı olmak üzere, her türlü cebir ve hileye başvurulan Meclis’in spesifik adı (Fransızca parler-konuşmak kökünden) Parlamento, bu kelimenin Türkçedeki bire bir karşılığı da Konuştay; işte, bu yüzden de, dökülen kanların vebali, silahsız siyaseti halka kapatan bu gayri-adil, antidemokratik, oligarşizan seçim sisteminden yararlanan, onu savunup sürdürenlerin üzerindedir.

Ancak AKP’nin bölücülüğü seçim barajına dokundurmamakla sınırlı değildir: Etnik-mezhepsel temelde çeşitli ‘açılım’ şenlikleri de düzenler. Çoğulcu bir ileri demokrasi adına. Asgarî vatandaşlık hakkı durumundaki eşit seçme/seçilme hakkının önündeki engelleri kaldırmak yerine, insanları kendilerine kendi dışlarından verilmiş özelliklerine sarılıp onlara hapsolmak zorunda bırakıp siyasal bir özne olmaktan çıkartmak üzere. Bu teşebbüs, AKP’nin yerli işbirlikçisi/ajanı olduğu Yeni Dünya Düzeni’nin Medeniyetleri (kültürler, dinler, mezhepler, diller vb…) Çatıştırmayı temel alan paradigmasıyla, kendisinin Aydınlanma öncesinde kalıp,   –cinsiyet, ırk, din, dil, mezhep vs… farklılıkları ötesinde eşit-  vatandaş olarak ‘İnsan’ kavram ve algısına ulaşamamış zihniyetinin birbirleriyle buluşup eklemleştikleri noktaya tekabül eder.

Bu ‘açılım’larla, AKP aslında bir taşla bir çok kuş vurmanın da peşindedir: Örneğin, Kürt açılımı dendiği anda, ‘hangi Kürt’, ardından ‘Kürtler adına kim/kimler’, en sonunda da ‘kim, en fazla/has Kürt’ problemleri de doğacaktır; ki, bu sonuncusu ister istemez şovenizme kadar uzanan mutaassıplıkların da tetikleyicisi olurken, iktidar da, ‘en’lik peşindeki rakipleri birbirlerine karşı kullanmak, birilerini ödüllendirirken diğerlerini dışlamak veya cezalandırmak suretiyle kendisine geniş bir manevra alanı açma imkanı bulacaktır.

Bütün bu oyunlara baş vururken,  AKP, süreç içinde birbirini besleyen iki handikapla malûldur. Birincisi, Kürtleri, Iraklısıyla buralısıyla, üç yüz yıl öncesinin Afrikalı kabile reisleri gibi birkaç cicili bicili hediyeyle  -resimli teneke kutular, renkli cam bilyalar, mekanik kuşlu çalar saatler vb…-   tava getirilebilecek saf ilkeller olarak görürken, tüm Kürt sorununu da PKK’ya, PKK’yı ise salt silahlı yanına indirgemek; bir de, devleti ele geçirme yolunda/geçirebilmek için, kendi kendisini bu devlet üzerinden formatlar hâle gelmek: TV ŞEŞ’i kurmuşken, Kürtçeyi ‘bilinmeyen bir dil’ ilân etmek, “Kürtçe konuşulacaksa, onu da biz konuşuruz” demektir; tamı tamına, “komünist olunacaksa, onu da biz oluruz” diyerek, komünist olduğu iddia edilen gençleri tutuklatan, tek partinin Ankara valisi Nevzat Tandoğan misali.

İşte aynı bilgi, muhakeme ve samimiyet zafiyeti yüzündendir ki, hem bütün bunları yapıp, hem de ‘ulusal birlik ve kardeşlik projesi’nden söz etmeleri mümkün olur. Her şeyden önce şunu söyleyelim ki, ‘Kız Tavlama Sanatı’nı okumakla ne kadar çapkın olunabilirse, projeyle kardeşlik de ancak o kadar kurulur. Zira, projeler, nesneler üzerinde uygulanır/üzerinde uygulanacak olanların manipüle edilebilir nesnelere indirgenmesini gerektirir veya öyle addedildiklerine delalet eder ki, bu da uygulayanla uygulanan arasında hiyerarşik bir ilişkinin varlığını/kurulmasını zorunlu kılar. Oysa kardeşlik, ancak eşitler arasında kurulabilir.

Kürt hareketi öz be öz bir Türkiye hareketidir; kanlı bir sorun olmaktan çıkartılması ise, kendi halkını dışlayıp dış güçlerden medet umarak gerçekleştirilebilecek en son şeydir.