Londra'nın en gözde semtlerinden Knightsbridge'de genellikle Ortadoğulu-lar'ın, Arap zenginlerin rağbet ettiği, Türk işadamlarının boy gösterdiği lüks otellerden birinin barında Dünya Kupası maçlarını izliyoruz. Araplar'ın toplandığı ma

Londra'nın en gözde semtlerinden Knightsbridge'de genellikle Ortadoğulular'ın, Arap zenginlerin rağbet ettiği, Türk işadamlarının boy gösterdiği lüks otellerden birinin barında Dünya Kupası maçlarını izliyoruz. Araplar'ın toplandığı masalar kendilerini maça çok daha fazla kaptırıyor. Londra'nın, Temmuz'da bile, yağmur çiseleyen kasvetli havasına masalardan fışkıran bir Ortadoğu sıcaklığı karışıyor. Her kritik pozisyonda, Batılılar'ın soğukkanlı yorumlarına karşın, "Yallah, yalllah, yallah" nidalarıyla havaya fırlıyor Araplar.

Böyle bir otel lobisinde Emasto Lacla-u'dan, Chantal Mouffe'dan, Edward Said'den alıntılar yaparak derin sohbetlere dalmak, çok keyifli de olsa, absürd görünüyor. Yan masada Filistinli bir silah tüccarı oturuyor. Arafat'ın ölümüyle eski bağlantılarını kaybetmiş, artık daha çok otel lobilerinde vakit öldürüyor. Bir taraftan Batı'nın kaymak tabakası içinde yaşayan bu insanlar, öte taraftan Batı'nın Doğu'ya bakış biçiminden oldukça rahatsız, kendi "Oriental" kimliklerine sarılıyorlar.

Mouffe ve Laclau'nun "sınıfı ve "sınıf çelişkisini" neredeyse tek belirleyici sayan "ekonomik determinist" Marksizm yorumuna getirdikleri eleştiriler, burada, sınıfsal piramidin en tepesindeki "Doğulular"ın tavır ve söylemleriyle destekleniyor. Sınıf çelişkisi dışındaki çatışmaların da, sınıf çelişkisi göz ardı edilmeden ve onun etrafında dikkate alınması gereği, Mouffe ve Laclau tarafından daha çok çevreci ve feminist argümanlar etrafında savunulsa da, burada, Arap zenginlerle birlikte solunan atmosferde, biryer-lerde sürüp giden çatışmaların bambaşka alanlardaki izdüşümlerini akla getiriyor.

Filistinli silah tüccarı, masasından elinde iki kitapla kalkıp yanımıza geliyor. Kitaplardan biri Sabri'ye, diğeri bana. "Irak Ablaze" (Irak Alevler İçinde), Filistin kamplarında büyüyen Ürdünlü tanınmış Arap gazeteci Zaki Chehab'ın Irak direnişine ilişikin içerden gözlemlerini içeren ve birkaç hafta önce çıkmış bir kitap. "Irak ve Filistin'in daha iyi bir gelecek ve içinde büyüyebilecekleri güvenli bir çevre umut eden çocuklarına" ithaf edilmiş. Bu silah tüccarı, eski etkinliğinden uzak yaşadığı şu günlerde, belki de bu tür kitapların basımına katkıda bulunarak gerçekleştirebiliyor kimliğinin "sınıf dışı" bir parçasını.

Chehab'a göre, Amerikalılar'ın Irak'ta yaptıkları "ölümcül" hatalardan biri Irak ordusunun ve Baas Partisi'nin dağıtılması ise, bir diğeri de Irak'ın kabilesel yapısının ve ilişkiler ağının farkında olmamak. Saddam Hüseyin'e karşı çıkmış ve "bunun bedelini en ağır şekilde ödemiş Sünni kabile yaşlılarının toplantılarına bile sırtını dönen ve onların, şimdi el koyup içine yerleştikleri Saddam saraylarının kapılarında, sorunlarına çözüm dilenmek için kuyruk olmasını bekleyen Amerikalı komutanlar" direnişi beslemekten başka birşey yapmıyorlar.

Knightsbridge'in lüks havasına bu konular ne kadar uygun düşüyorsa, İngiliz İmpa-ratorluğu'nun dünyanın dört bir yanındaki sömürgelerinden "yağmalayıp" Londra'a yığdığı ihtişama da Türkler'in yaşadığı Hack-ney'in yoksulluğu o kadar yakışıyor. Burada, yavaş yavaş "müteşebbis" olmaya başlayan çoğu kebabçı Türk işletmecilerini, bizim semt pazarlarındaki satıcılardan kurs almış-casına bağırarak mallarını satan alt sınıftan İngilizleri, Afrika'daki sömürgelerden gelip Londra'yı mekan tutmuş siyah insanları, semtin sokaklarında izleri sürülen Kürt siyasilerini ve Türk sol hareketlerini, ve Ceme-vi'ne "siyahi" çocukları bile çekebilmiş Alevileri bir arada bulmak mümkün.

Aynı anda bambaşka hayatların yaşandığı, yolların bazen kesişip bazen asla kesiş-meyecekmiş gibi göründüğü bir kent burası. Ancak, Biggy gibi bir Ugandalı, safkan bir bir İngiliz'den çok daha iyi çözüp kentin sırlarını, kaybolup gidecekmiş gibi hissettiğiniz bu labirentin içinde, geceden gündüze, Knightsbridge'den Hackney'e ustaca götürüp getiriyor sizi.