İngiltere, kendini Avrupa’dan farklılaştıran halleriyle her zaman dikkatimi çeken bir ülke olmuştur

Gitmek ya da gitmemek işte bütün mesele bu

GÜLŞAH ELİKBANK

İngiltere, kendini Avrupa’dan farklılaştıran halleriyle her zaman dikkatimi çeken bir ülke olmuştur. Elbette bunda İngiliz edebiyatının bir yazar olarak bende bıraktığı ilham verici izler de etkili. Tüm dünyada en çok satan kitapların yazarı Shakespeare (1564-1616) bu ülkeden dünyaya seslenmiştir. Keza benim lise yıllarında romanlarını elimden düşürmediğim Jane Austen (1775-1817) da öyle. Oscar Wilde (1854-1900) bu ülkede, cinsel yönelimi yüzünden hapis yatmıştır, örneğin.  Hal böyle olunca, ilk fırsatta soluğu İngiltere’de almak kaçınılmaz oldu. Essex Üniversitesi’nden master diploması alacak olan arkadaşım Gülen Hashmi ile kız kıza düştük yollara.

Londra başlı başına ilgiyi ve övgüyü hak eden bir şehir fakat ben sizlerle bir edebiyatçı olarak iki edebiyat kentini paylaşmak istiyorum. İlki Shakespeare’nin ailesinin ve kendisinin yaşadığı Stratford-upon-Avon. İkincisi de Jane Austen’ın ailesiyle birlikte beş yıl yaşadığı, romanlarına da konu olan Bath kentindeki Jane Austen Centre.
Stratford-upon-Avon’a Londra’dan trenle ulaşmak sadece 90 dakika. Aslında Londra’da en mantıklısı her yere tren kullanarak ulaşmak çünkü aksi hem pahalı hem de zaman açısından oldukça büyük israf. Strarford-upon-Avon’da oteller de epey uygun fiyatlı aslında. Tabii Londra’ya kıyasla. Kendi paramızla kıyaslamaya kalkarsak İngiltere bizler için çok pahalı bir ülke. 1 Pound neredeyse paramızın 4 katı çünkü. En iyisi oraya ulaşır ulaşmaz kafanızdan Türk Lirası hesabını silmeniz; ne de olsa bir kahve bile 4 pound. Bu da demek ki 14-15 Türk Lirası. Hayatımın en pahalı kahvelerini içtim diyebilirim.

Kasaba merkezinde tarihi dokuyu aynen, korumuş otellerden birini seçebilirsiniz. Bizim tercihimiz tren istasyonuna yürüyerek 5 dakika olduğu için Q Hotels oldu. Kahvaltının fiyata dahil olduğu nadir otellerden biriydi. Gerçi kahvaltı dediysem öyle bizdeki gibi mükellef bir sofra beklemeyin. Taze kruvasan ve kahve, biraz meyve ve yoğurt, şanslıysanız da yumurta.

Eğer zamanınız kısıtlı ise, en iyisi ilk iş bir “Hop on-Hop Off” otobüsüne binmeniz. (13 pound) Böylece tüm kasabayı otobüsle, kulaklıktan İngilizce hikayesini dinleyerek gezebilir ve görmek istediğiniz yerleri not edebilirsiniz. Kasabanın en merkezi caddesi Henley’de ev yapımı kekler, harika çay ve kahveler tadabilirsiniz. Benim önerim bu sokaktaki Haviland Tea Room’a mutlaka uğramanız. Hem fiyatları uygun hem de çok şirin bir cafe. Zaten Shakespeare’in 23 Nisan 1564’te doğduğu ev de hemen bu sokağın çaprazında. Eve giriş ücretli. Aslında İngiltere’de attığınız her adım neredeyse paralı.

Fakat bu paraların doğru kullanıldığını kendi gözlerinizle gördüğünüz için, ödemek pek dokunmuyor insana. Shakespeare’in evinde yatak odasını, yemek odasını da gezebiliyorsunuz. Bir zamanlar bu köyün nüfusu 1500 imiş. İnsan sokaktaki kalabalığı görünce, bunu algılamakta zorlanıyor doğrusu. Evin içinden sizi hediyelik eşya dükkanına çıkarıyorlar. Böylece hazır büyü altındayken, bol bol Shakespeare adına hazırlanmış ürünlerden satın alıyorsunuz. Evi gezerken Shakespeare’in soy ağacını görmek de mümkün. William Shakespeare 8 çocuklu bir ailenin 3. çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve Anne Hathaway ile evlenmiş. 3 çocukları olmuş fakat erkek çocukları çok küçük yaşta hayata veda etmiş. Kızları pek şanslı sayılmazmış, ne yazık ki 1674’ten sonra soyu devam etmiyor ünlü yazarın. Kentte ailenin 5 evini görmek de mümkün. Özellikle annesinin evi olan Mary Arden’s House hala çiftlik tarzını koruduğu için çok güzel. Evler iki katlı, turuncu kiremitli. Sokak aralıkları oldukça geniş ve birbirine eşit mesafede. Küçücük bir kasabanın nasıl bir turizm cennetine dönüşebileceğinin de en iyi örneği burası. Edebiyat ile yaratılan harika bir yatırım belki de.

İngilizler kentin her köşesini Shakespeare’e adamışlar. Gittiğiniz bir parkta, her köşede onun oyunlarından çıkmış karakterlerin heykelleriyle karşılaşıyorsunuz. Hamlet hatta Leydi Macbeth bile orada. Burada bir de kelebek çiftliği olduğunu hatırlatayım ki, mutlaka görülecek yerler listenize onu da ekleyin. Fakat önemli bir hatırlatma, İngiltere’de çoğu cafe, pub, dükkan ve müze saat 17.00’da kapanıyor. 17.00’dan sonra herkes kendi özel hayatını yaşıyor. O saatten sonra birini aramak bile kabalık sayılıyor. O nedenle gezi planınızı yaparken tüm günü değerlendirebileceğinizi düşünmeyin. Sakin akşamlar sizi bekliyor. Tabii soluğu Londra’daki Soho’da almayı planlamıyorsanız.

Avrupa’nın birçok şehrini gezdim fakat hayatımda İngilizler kadar kibar insanlarla tanışmadım. Her cümlenin sonuna bir “lütfen” konmazsa hoş karşılanmıyor, örneğin. Birçok kasabasını ve merkezini gezdiğim İngiltere’de Başbakanımızın Soma’daki maden kazasını (!) açıklarken 1800’lü yılları örnek vermesinin nedenini de sonunda anladım. Çünkü biz bu ülkenin medeniyet ve refah seviyesinin neredeyse 200 yıl gerisindeyiz zaten. Bu aydınlanmayı da böylece yaşayıp, anlamlandırmış oldum.
Alışveriş için çok iyi bir alternatif daha var İngiltere’de, o da “Charity Shop”lar. Yani insanların bir şeyler bağışladıkları, gönüllü insanların çalıştığı ve ödediğiniz paranın bir hayır kurumuna gittiği mağazalar. Hem uygun fiyatlı hem de güzel bir amaca hizmet ediyorlar. Mutlaka uğramalısınız. Bağımsız kitapçılar (yani bir zincire bağlı olmayanlar) neredeyse her sokakta var ve iflas tehlikesi ya da kapanma tehdidi yaşamıyorlar. Üstelik sadece kitap satıyorlar yani içinde DVD, Pc oyunu falan yok. Fakat satış görevlileri edebiyat hakkında oldukça bilgili.

Uzun sohbetler sizi bekliyor bu sevimli kitapçılarda. Çoğunda Türk yazar olarak sadece Orhan Pamuk var.
Stratford-upon-Avon’da River Avon üzerinde tekne turu da yapabilirsiniz. Özellikle akşamüzeri çok romantik bir tur vaad ediyor. Ördeklerin, kazların gezdiği bu nehrin üzerinde sokakları başka bir açıdan görmek de mümkün. Kasabanın tiyatrosunda harika oyunlar sergileniyor. Biz oradayken Jane Austen’ın “Aşk ve Gurur” romanının tiyatro oyunu vardı, örneğin.

Akşam yemeği için İngilizlerin geleneksel yemeği, bize göre ise atıştırmalık olan “Fish and Chips” deneyebilirsiniz. Çin ve Hint mutfağı oldukça popüler İngiltere’de. Her köşe başında bir tane Çin Restaurant’ı var. İşin ilginci, çalışanların çoğu ya Hindistanlı ya Pakistanlı. Daha doğrusu İngilizler kendilerinin çalışmak istemedikleri görevleri onlara devretmişler sanki. Kasabaların dokusunu korumaya özel bir önem verilmiş. Stratford-upon-Avon’da tarih donup kalmış sanki. Ne zincir otellere ne de alışveriş merkezlerine bu dokuyu bozma izni verilmemiş. Yeşillikten gözleriniz kamaşıyor adeta. Ağaçlar da kasaba kadar yaşlı ve heybetli. Shakespeare’in ruhunu hala sokaklarda hissetmek mümkün. İlham almak ve ruhunuzu yenilemek istiyorsanız, bu büyülü kasabayı mutlaka görün. “Bir Yaz Gecesi Rüyası”’nda William Shakespeare’in dile getirdiği gibi;  

“Ve hayal gücü harekete geçince
Şairin kalemi biçim verir bilinmedik şeylere
Hiçbir şey havada kalmaz
Bir yer ve bir isim verilir hepsine.”