Hrant Dink cinayetinin üzerinden bir hafta daha geçti. Bir taraftan soruşturma devam ederken, bir taraftan da cinayetin arkasında kim var sorusuna verilen cevaplar etrafında politika ve basın dünyasında tozu dumana katan...

Hrant Dink cinayetinin üzerinden bir hafta daha geçti.

Bir taraftan soruşturma devam ederken, bir taraftan da cinayetin arkasında kim var sorusuna verilen cevaplar etrafında politika ve basın dünyasında tozu dumana katan bir tartışma almış gidiyor.

Geçtiğimiz hafta malum 'derin devlet' tartışmasını bu toz dumandan kurtarıp komplo teorilerinin ötesine taşımak için bugün faşizmi besleyen devletin tarihsel korkularından bahsetmiştim.

Birgün'de çıkan bir yazı dizisi, kamu kurumlarının gömülü olduğu toplumsalda, ırkçı-sağ bir zihniyetin, yeniden yeniden nasıl üretildiğine dair bir başka pencere açmak için vesile oldu.

Özlem Zorcan'ın Pembe Hayat Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Travesti, Transseksüel Dayanışma Der-neği'nin Ankara'daki üyeleriyle yaptığı röportajlardan oluşan dizide, dernek üyeleri özellikle ikame ettikleri Ankara Eryaman'da başlarına gelen şiddet ve saldırı olaylarını anlatıyorlardı.

Evlerine baskın yapılan, sokaklarda dövülen, yüzlerine kezzap atılan, kurşunlanan dernek üyelerinin konuşmalarında ortaklaşılan önemli noktalardan birisi devlet kurumlarına yapılan şikâyetlerin dikkate alınmamasıydi; 'savcılığa 25 defa başvurdum bir sonuç çıkmadı', "Emniyet'i defalarca aradık ama gelmediler".

Dernek üyelerinin davalarına bakan hukukçu da eşcinsel ve travestilerin Emniyet ve savcılıklaca yok sayıldığını söyleyerek, fiilen her türlü haktan yoksun olduklarını belirtiyordu. İlginç noktalardan birisi de saldırıya uğrayanlar olayların arkasında sağ bir partinin de olduğunu düşünmeleriydi.

Eryaman sokaklarından tanıdık bir manzara: 'Polis görmüyor, savcılık değerlendirmiyor, olayları bir sağ parti örgütlüyor.'

***

Ogün Samast'a Samsun Emniyeti'nde yapılan sıcak karşılamanın fotoğrafları gözümün önüne geliyor. Polis bazı 'vatandaşları' pek seviyor, fotoğrafta Samast'ın omuza elini atmış, 'Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez' yazısı önünde duran güvenlik görevlisi arkadaşına gülümseyerek bir şeyler diyor sanki, sözler kulağıma geliyor gibi; "Çocuk milliyetçi duygular ile vurmuş canım..."

Soruşturma ile bilgiler ortaya çıktıkça anlaşıldı ki Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ogün Samast Emniyet'le oldukça içli dışlılar.

'Onlar iyi çocuklardan'.

Hayal, McDonald'sı bombaladıktan sonra nasıl bu kadar kısa sürede serbest bırakıldığına kendisi bile şaşırıyor. Tuncel polisin bir 'hatasıyla' bombalama davasından yırtıyor.

Dink cinayetiyle ilgili gelen, (bazıları yukarıdaki muhbirlerden) birçok ihbar ise görmezden geliniyordu. 'Polis görmüyor, savcılık değerlendirmiyor, olayları bir sağ parti örgütlüyor.'

***

'Vatandaşlar galeyana gelmiş'.

Unutulur gibi mi o manzara; F tipine karşı yapılan açlık grevlerini desteklemek için bildiri dağıtan beş çocuğu yaklaşık bin kişi bir pasajın içinde sıkıştırmış linç etmeye çalışıyor. Trabzon 'bölücüler bayrak yakmış' yalan haberleriyle aynı anda çalkalanıyor, vatandaşlar coşmuş 'bölücüleri' bulup cezalandırma derdiyle sokaklara akın ediyor. Ama bu vatandaşların yaptıkları kurt işaretleri, attıkları sloganlar oldukça tanıdık. Polis, 'beş çocuk vatandaşlara zarar vermesin diye' özel bir çaba sarf ediyor. O fotoğraflar incelense Yasin Hayal ve Ogün Samast'ı da kalabalığın bir yerinde bulmamız büyük olasılık. Olay mahkemeye intikal ediyor, sonuç linçciler ceza almayıp beraat ediyor.

'Polis görmüyor, savcılık değerlendirmiyor, olayları bir sağ parti örgütlüyor.'

***

Dink cinayetinin soruşturması devam ederken iktidar blokunun çekişmesini yansıtan; hükümetteki sorumlular istifa etsin ya da hayır olayların arkasında derin devlet (asker ve uzantıları) var tartışması, apaçık gerçeğin üzerini örtmemeli.

Bu ülkenin vatandaşları kamu kurumlarında hâkim olan muhafazakâr, sağ bir zihniyet tarafından sürekli olarak günlük hayatın en küçük hücresine kadar ayrımcılığa uğruyor.

Zihinlerde yazılı gizli yasalara uymayan her kesim sürekli 'sözde vatandaş' muamelesine uğruyor. Ve acı olan şu ki Türkiye'de halen vatandaşlık sınırlarını, yani meşru kamusal alana katılım koşullarını güvenlik kurumları belirliyor. Ki o kurumların iç tehdit değerlendirmelerine girmeyen kesim yok gibi Türkiye'de.

Bunu kırmanın yolunun sadece yasa çıkarmak olmadığı son yıllarda defalarca deneyimlendi. Dink'in cenazesinde atılan 'hepimiz Ermeniyiz' sloganları ya da toplumun en kabul görmeyen, yok sayılan kesimi olan eşcinsellerin örgütlenerek, eylem yaparak kendilerini ifade etmeleri bu yüzden çok önemli.

Çünkü 'korku cumhuriyetini' ayakta tutan tüm travma merkezleri, bu ülkenin ezilenleri, yok sayılanları, görülmeyenleri, dışlananları ve ayrımcılığa uğrayanlarının yaşamlarından, kimliklerinden besleniyor. Onların varlıkları için verdikleri özgürlük mücadelesi bu sürekli üretilen zehrin belki de tek gerçek panzehiri.